Masal Kahramanları Ansiklopedisi: "Asker ve Ölüm". Rus halk masalı Udmurt masalı askerler ve ölüm okundu

Acil bir zaman geçti, asker kralın hizmetine girdi ve akrabalarını evde görmek istemeye başladı. İlk başta kral gitmesine izin vermedi ama sonra kabul etti, ona altın ve gümüş bahşetti ve dört bir yandan gitmesine izin verdi.

Böylece asker istifasını aldı ve yoldaşlarıyla vedalaşmaya gitti ve yoldaşlar ona şöyle dedi:
- Çarşaflara getiremez misin, ama daha önce iyi yaşadık mı?
Böylece asker, yoldaşlarına teklif vermeye başladı; getirdi, getirdi - bak, sadece beş senti kalmıştı.

İşte askerimiz geliyor. Yakın mı, uzak mı, görüyor mu: kenarda bir meyhane duruyor; Bir asker meyhaneye girdi, bir kopek için içti, bir kuruş yedi ve yoluna devam etti. Biraz yürüdü, yaşlı bir kadın onunla karşılaştı ve sadaka istemeye başladı; asker ve ona bir nikel verdi. Yine biraz yürüdü, baktı ve aynı yaşlı kadın yine buluşmaya gitti ve sadaka istedi; asker bir kuruş daha verdi ama kendisi hayret ediyor: yaşlı kadın kendini nasıl tekrar önünde buldu? Bakar ve yaşlı kadın yine karşısına çıkar ve sadaka ister; asker ve üçüncü nikel dosyalandı.

Tekrar bir mil geri gitti. Bakar ve yaşlı kadın yine öndedir ve sadaka ister. Asker sinirlendi, gayrete dayanamadı, baltayı çıkardı ve kafasını kesmek istedi ve el sallar yapmaz yaşlı kadın ayağına bir sırt çantası fırlattı ve ortadan kayboldu. Asker bir sırt çantası aldı, baktı, baktı ve şöyle dedi:
- Bu çöple nereye gideceğim? Benimki de yeter!
Ve istifa etmek üzereydi - aniden, birdenbire, sanki yerden iki genç adam önünde belirdi ve ona şöyle dedi:
- Ne istiyorsun?

Asker şaşırdı ve onlara bir şey söyleyemedi ve sonra bağırdı:
- Benden ne istiyorsun?
İçlerinden biri askere yaklaştı ve şöyle dedi:
- Biz senin itaatkar kullarınız ama sana değil, bu büyülü çantaya itaat ediyoruz ve bir şeye ihtiyacın olursa emir ver.

Asker bütün bunları rüyasında gördüğünü düşündü, gözlerini ovuşturdu, denemeye karar verdi ve şöyle dedi:
- Doğruyu söylüyorsan, sana hemen bir yatak, bir masa, bir şeyler atıştırma ve tütünlü bir pipo vermeni emrediyorum!
Askerin henüz bitirmek için vakti olmamıştı ve sanki gökten düşmüş gibi her şey ortaya çıktı. Asker içti, yedi, yatağına düştü ve piposunu yaktı.

Bir süre bu şekilde yattı, sonra sırt çantasını salladı ve iyi bir adam (sırt çantasının hizmetkarı) görününce asker ona şöyle dedi:
"Peki daha ne kadar burada bu ranzada yatıp tütün içeceğim?"
"Ne kadar istersen," dedi adam.
- Pekala, her şeyi götürün, - dedi asker ve devam etti. Böylece, yakın ya da uzak, oradan sonra yürüdü ve akşam bir malikaneye geldi ve görkemli bir malikane vardı. Ve efendi bu evde yaşamıyordu, başka bir evde yaşıyordu - iyi bir evde şeytanlar vardı. Böylece asker köylülere sormaya başladı:
- Barin nerede yaşıyor?
Ve adamlar diyor ki:
- Evet, efendimizden ne istiyorsunuz?
- Evet, geceyi geçirmeyi istemelisin!
- Pekala, - adamlar der ki, - git, o da seni öğle yemeği için cehenneme göndersin!
- Hiçbir şey, - der asker, - ve şeytanlardan kurtulabilirsin. Ve söyle bana, barin nerede yaşıyor?

Köylüler ona malikaneyi gösterdiler ve asker yanına gitti ve geceyi geçirmesini istemeye başladı. Barın diyor ki:
- Belki izin ver ve bırak gitsin, ama sadece orası sessiz değil!
"Hiçbir şey," diyor asker. Böylece usta, askeri iyi bir eve götürdü ve onu getirirken asker sihirli çantasını salladı ve iyi adam göründüğünde iki kişilik bir masa hazırlamasını emretti. Beyefendi geri dönecek zaman bulamadan her şey ortaya çıktı. Usta zengin olmasına rağmen daha önce hiç böyle meze yememişti! Yemeye başladılar ve usta altın kaşığı çaldı. Aperatifleri bitirdiler, asker tekrar çantasını salladı ve her şeyin kaldırılmasını emretti ve iyi adam şöyle dedi:
- Temizleyemiyorum - her şey masanın üzerinde değil. Asker evet baktı ve şöyle dedi:
- Siz efendim, neden bir kaşık aldınız?
- Almadım, - diyor usta.

Asker ustayı aradı, kaşığı uşağa verdi ve kendisi de geceyi geçirdiği için ustaya teşekkür etmeye başladı ve onu o kadar kötü dövdü ki, usta öfkeyle tüm kapıları kilitledi.
Asker diğer odaların tüm pencere ve kapılarını kilitledi, onları geçti ve şeytanları beklemeye başladı.
Gece yarısı civarında, kapıda birinin gıcırdadığını duyar. Askerler biraz daha beklediler ve birdenbire o kadar çok kötü ruh ortaya çıktı ve öyle bir çığlık attılar ki en azından kulaklarınızı tıkayın!

Biri bağırır:
- İt, it!
Öteki bağırır:
- Evet, haçlar ayarlanırsa nereye itilir! .. Asker dinledi, dinledi ve korkak bir düzine olmadığı hiçbir şey için saçları diken diken oldu. Sonunda bağırdı:
- Evet, benden ne istiyorsun, yalınayak?
- Bırak! -şeytanlar kapının arkasından ona bağırırlar.
- Neden buraya girmene izin veriyorum?
- Evet, bırak gitsin!

Asker etrafına bakındı ve köşede bir ağırlık torbası gördü, çantayı aldı, ağırlıkları salladı ve şöyle dedi:
- Ve kaçınız yalınayak çantama girecek?
"Hepimiz içeri gireceğiz," dedi şeytanlar ona kapının arkasından. Asker kömürle çuvalın üzerine haç çizdi, kapıyı biraz kapattı ve şöyle dedi:
- Peki, bakalım doğruyu söyledin mi, herkes gelecek mi?
Şeytanların her biri çuvala tırmandı, asker bağladı, haç işareti yaptı, yirmi kiloluk bir ağırlık aldı ve hadi çuvalı dövelim. Vuruşlar, vuruşlar ve dokunuşlar: yumuşak mı? Burada asker sonunda yumuşadığını görür, pencereyi açar, çantayı çözer ve şeytanları dışarı atar. Bakar ve şeytanların hepsi sakatlanır ve kimse yerinden kıpırdamaz.

Asker şöyle bağırır:
- Peki burada ne yapıyorsun, yalınayak, uzanmış? Başka bir banyo için mi bekliyorsun, ha?
Şeytanların hepsi bir şekilde kaçtı ve asker arkalarından bağırdı:
- Buraya tekrar gel, böylece sana başka bir şey sormayacağım!
Ertesi sabah köylüler gelip kapıları açtılar ve asker efendiye gelip şöyle dedi:
- Peki efendim, şimdi o eve gidin ve hiçbir şeyden korkmayın, ama işim için bana bir yol verilmesi gerekiyor!

Usta ona biraz para verdi ve asker yoluna devam etti.
Bu yüzden çok uzun bir süre yürüdü ve yürüdü ve evden çok uzak değildi, sadece üç günlük yürüyüş! Aniden yaşlı bir kadın onunla karşılaştı, çok zayıf ve korkunçtu, bir çanta dolusu bıçak taşıyordu, ama içki içiyordu ve çeşitli baltalar taşıyordu ve bir tırpanla desteklenmişti. Yolunu kapattı ama asker buna dayanamadı, baltayı çıkardı ve bağırdı:
"Benden ne istiyorsun yaşlı kadın?" Kafanı açmamı ister misin?

Ölüm (oydu) ve diyor ki:
- Ruhunu almak için Tanrı tarafından gönderildim!
Askerin kalbi ürperdi, dizlerinin üzerine çöktü ve şöyle dedi:
- Merhamet et ölüm ana, bana sadece üç yıl ver; Asker olarak uzun süre krala hizmet ettim ve şimdi ailemi görmeye gidiyorum.
- Hayır, - der ölüm, - akrabalarını görmeyeceksin ve sana üç yıl mühlet vermeyeceğim.
- Bana en az üç ay ver.
- Sana üç hafta bile vermeyeceğim.
- Bana en az üç gün ver.
"Sana üç dakika bile vermeyeceğim" dedi ölüm, tırpanını sallayarak askeri öldürdü.

Böylece bir asker kendini diğer dünyada buldu ve cennete gitmek üzereydi ama oraya gitmesine izin vermediler: o değersizdi, yani öyleydi. Bir asker cennetten gitti ve cehenneme düştü, sonra şeytanlar ona koştu ve onu ateşe sürüklemek istediler ve asker şöyle dedi:
- Benden ne istiyorsun? Oh, sen, yalınayak, yoksa efendinin banyosunu çoktan unuttun, ha?
Şeytanların hepsi ondan kaçtı ve Şeytan haykırdı:
Nereye koşuyorsunuz?
- Ah, baba, - küçük şeytanlar ona derler ki, - ne de olsa o asker burada!

Şeytan bunu duyunca kendisi ateşe koştu. Burada asker benziyordu, cehennem gibi görünüyordu - sıkıldı; cennete gitti ve Rab'be şöyle dedi:
- Tanrım, beni şimdi nereye gönderiyorsun? Cenneti hak etmedim ama cehennemde bütün şeytanlar benden kaçtı; Yürüdüm, cehennemden geçtim, sıkıcı oldu ve sana gittim, bana bir tür hizmet ver!

Rab diyor ki:
- Git, hizmet, Başmelek Mikail'den bir silah dile ve cennetin kapılarında saatin üzerinde dur!
Bir asker Başmelek Mikail'e gitti, ondan bir silah istedi ve cennetin kapılarında nöbet tuttu. Yani ister uzun, ister kısa bir süre öyle durur ve ölümün geldiğini görür ve doğruca cennete gider. Asker onun yolunu kesti ve şöyle dedi:
Ne istiyorsun, yaşlı bayan? Uzağa gitti! Rab benim raporum olmadan kimseyi kabul etmeyecek!

Ölüm ve diyor ki:
- Bu yıl ne tür insanları aç bırakacağımı sormak için Tanrı'ya geldim.
Asker ve diyor ki:
- Uzun zamandır böyle olurdu, yoksa sormadan tırmanırsınız ama burada benim de bir anlamım olduğunu bilmiyor musunuz; silahı tut, gidip soracağım.

Bir kul cennete geldi ve Rab şöyle dedi:
- Neden servis geldin?
- Ölüm geldi. Lord ve sorar: Gelecek yıl ne tür insanlara açlıktan ölme emri veriyorsunuz?
Rab diyor ki:
- En yaşlıyı öldürsün!

Asker geri döndü ve düşündü, "Tanrı en yaşlı insanların öldürülmesini emrediyor; ya babam hala yaşıyorsa, çünkü benim gibi onu öldürecek. Bana üç yıl bedava verdi, öyleyse git meşeleri kemir!"

Geldi ve ölüme dedi ki:
- Ölüm, Rab sana bu sefer insanları öldürmemeni, meşeleri kemirmeni emretti, öyle ki artık eskimeyen meşeler!
Ölüm yaşlı meşeleri kemirmeye gitti ve asker ondan silahı aldı ve cennetin kapılarında tekrar yürümeye başladı. oskazkah.ru - site Dünyada bir yıl geçti, ölüm yine Rab'bin ona bu yıl ne tür insanları öldürmesini söylediğini sormaya geldi.

Asker ona bir silah verdi ve kendisi, bu yıl ne tür insanlara açlıktan ölme emri verdiğini sormak için Rab'be gitti. Rab en terbiyeli olanın aç bırakılmasını emretti ve asker yine şöyle düşündü:
"Ama hala orada kardeşlerim ve birçok tanıdığım var ve ölüm beni öldürdüğü için onları bir daha görmeyeceğim! Hayır, bırakın bir yıl daha meşe kemirsin ve orada belki kardeşimiz merhamet edecek!"
O geldi ve en güçlü, tecrübeli meşeleri kemirmek için ölüm gönderdi.
Bir yıl daha geçti, ölüm üçüncü kez geldi. Rab ona en genç olanları öldürmesini söyledi ve asker genç meşe ağaçlarını kemirmesi için gönderdi.
İşte ölüm dördüncü kez böyle geldi ve asker şöyle dedi: - Sen, yaşlı olan, gerekirse kendi başına git, ama gitmeyeceğim: Yoruldum!

Ölüm Rab'be gitti ve Rab ona şöyle dedi:
- Nesin sen ölüm, bu kadar mı inceldi?
- Evet, ne kadar zayıf olmamak, üç yıl boyunca meşe kemirdim, bütün dişlerimi kırdım! Ama neden bilmiyorum Tanrım, bana bu kadar kızgınsın?
"Nesin sen, nesin ölüm," dedi Rab ona, "seni meşe kemirmeye gönderdiğimi neden anladın?"
- Evet, asker bana öyle söyledi, - diyor ölüm.
- Asker mi? Bunu yapmaya nasıl cüret eder?! Melekler, gelin bana bir asker getirin!

Melekler gidip bir asker getirdiler ve Rab şöyle dedi:
- Meşe kemirmek için ölüme emir verdiğimi nereden çıkardın asker?
- Evet, bu ona yetmiyor ihtiyar, bu! Ondan sadece üç yıl için bedava istedim ve bana üç saat bile vermedi. Bu yüzden ona üç yıl meşe kemirmesini söyledim.
"Pekala, şimdi devam et," diyor Rab, "ve onu üç yıl boyunca şişmanlat!" Melekler! Onu açığa çıkarın!

Melekler askeri dünyaya çıkardı ve asker kendisini tam da ölümün onu öldürdüğü yerde buldu. Asker bir tür çanta görür, çantayı alır ve der ki:
- Ölüm! Çantaya gir!

Ölüm bir çuvala oturdu ve asker daha fazla sopa aldı ve oraya taş koydu, ama nasıl bir asker gibi yürüdü ve sadece ölümün kemikleri çatırdadı!
Ölüm ve diyor ki:
- Nesin sen uşak, sus!
- Buyur, sus, daha ne diyebilirsin ki ama bence şu: otur, dikilmişse!

Böylece iki gün böyle yürüdü ve üçüncü gün öpüşen çöpçatana geldi ve şöyle dedi:
- Ne kardeşim, bana bir içki ver; bütün parayı harcadım ve bugünlerin birinde sana getireceğim, işte senin için çantam, bırak yatsın.
Öpücük çantayı ondan aldı ve tezgahın altına attı. Asker eve geldi; ve babam hala hayatta. O mutluydu, ailesi daha da mutluydu. Asker böyle yaşadı, sağlıklı ve eğlenceli bir yıl boyunca.

O meyhaneye bir asker geldi ve çuvalını istemeye başladı ama öpüşen adam onu ​​zar zor buldu. Burada asker çuvalı çözdü ve şöyle dedi:
- Ölüm, yaşıyor musun?
- Oh, - diyor ölüm, - neredeyse boğuluyor!
"Pekala," diyor asker. İçinde tütün olan bir enfiye kutusunu açtı, burnunu çekti ve hapşırdı. Ölüm ve diyor ki:
- Hizmetçi, ver onu bana!
Askerden ne göreceğini sormaya devam etti.

Asker ve diyor ki:
- Vay canına, çünkü bir çimdik sana yetmez, ama git bir enfiye kutusuna otur ve istediğin kadar kokla; Ölüm enfiye kutusuna girer girmez asker onu kapatıp bir yıl boyunca taktı. Sonra enfiye kutusunu tekrar açtı ve şöyle dedi:
- Ne, ölüm, kokladı mı?
- Ah, - diyor ölüm, - zor!
- Pekala, - der asker, - hadi gidelim, şimdi seni doyuracağım!

Eve geldi ve onu masaya koydu ve ölüm yedi ve yedi kişi yedi. Asker sinirlendi ve şöyle dedi:
- Bak, bir buluş, yedi kişilik yedim! Seni doldurmayacaksın, seninle nereye geleceğim kahretsin?
Onu bir çuvala koyup mezarlığa taşıdı; yan tarafında bir çukur kazdı ve oraya gömdü. Üç yıl geçti, Rab ölümü hatırladı ve onu aramaları için melekler gönderdi. Melekler yürüdü, dünyayı dolaştı, bir asker buldu ve ona şöyle dedi:
"Neredesin asker, ölüm yapıyorsun?"
- Nereye gittin? Ve mezara gömüldü!
Melekler, "Ama Rab onu kendisine istiyor" derler.

Mezarlığa bir asker geldi, bir çukur kazdı ve ölüm orada şimdiden biraz nefes alıyor. Melekler ölümü alıp Rab'be getirdiler ve şöyle dedi:
- Nesin sen ölüm, çok mu zayıfsın?

Ölüm Rab'be her şeyi anlattı ve şöyle diyor:
- Görülüyor ki sen, ölüm, askerden ekmek alma, kendini besle!
Ölüm yine dünyayı dolaştı, ancak yalnızca o asker artık açlıktan ölmeye cesaret edemedi.

Facebook, Vkontakte, Odnoklassniki, My World, Twitter veya Bookmarks'a bir peri masalı ekleyin

Yabancı, "Asker ve Ölüm" masalını kendinize ve çocuklarınıza okumanızı tavsiye ederiz, bu atalarımızın yarattığı harika bir eserdir. Tüm kahramanlar, yüzyıllar boyunca onları yaratan, güçlendiren ve dönüştüren, çocukların eğitimine büyük ve derin önem veren insanların deneyimiyle "bilenmişti". Arsa, dünya kadar basit ve eskidir, ancak her yeni nesil, onda kendisi için alakalı ve yararlı bir şey bulur. Tüm görüntüler basit, sıradan ve gençlik yanlış anlamalarına neden olmuyor çünkü onlarla günlük hayatımızda her gün karşılaşıyoruz. Elbette iyinin kötüye üstünlüğü fikri yeni değil, elbette bu konuda pek çok kitap yazıldı ama her seferinde buna ikna olmak yine de keyifli. Son bin yılda yazılan metin şaşırtıcı derecede kolay ve doğal bir şekilde günümüzle birleşiyor, alaka düzeyi hiç azalmadı. Nehirler, ağaçlar, hayvanlar, kuşlar - canlı renklerle dolu her şey canlanır, nezaket ve şefkatleri için şükranla işin kahramanlarına yardımcı olur. "Asker ve Ölüm" masalı ücretsiz olarak çevrimiçi olarak okunacak, hem çocuklar hem de ebeveynleri için eğlenceli olacak, çocuklar iyi bir sonla mutlu olacak ve anneler ve babalar çocuklar için mutlu olacak!

Acil bir zaman geçti, asker kralın hizmetine girdi ve akrabalarını evde görmek istemeye başladı. İlk başta kral gitmesine izin vermedi ama sonra kabul etti, ona altın ve gümüş bahşetti ve dört bir yandan gitmesine izin verdi.

Böylece asker istifasını aldı ve yoldaşlarıyla vedalaşmaya gitti ve yoldaşlar ona şöyle dedi:

"Çarşaflara getiremez misin, ama ondan önce iyi yaşadık?"

Böylece asker, yoldaşlarına teklif vermeye başladı; getirdi, getirdi - bak, sadece beş senti kalmıştı.

İşte askerimiz geliyor. Yakın mı, uzak mı, görüyor mu: kenarda bir meyhane duruyor; Bir asker meyhaneye girdi, bir kopek için içti, bir kuruş yedi ve yoluna devam etti. Biraz yürüdü, yaşlı bir kadın onunla karşılaştı ve sadaka istemeye başladı; asker ve ona bir nikel verdi. Yine biraz yürüdü, baktı ve aynı yaşlı kadın yine buluşmaya gitti ve sadaka istedi; asker bir kuruş daha verdi ama kendisi hayret ediyor: yaşlı kadın kendini nasıl tekrar önünde buldu? Bakar ve yaşlı kadın yine karşısına çıkar ve sadaka ister; asker ve üçüncü nikel dosyalandı.

Tekrar bir mil geri gitti. Bakar ve yaşlı kadın yine öndedir ve sadaka ister. Asker sinirlendi, gayrete dayanamadı, baltayı çıkardı ve kafasını kesmek istedi ve el sallar yapmaz yaşlı kadın ayağına bir sırt çantası fırlattı ve ortadan kayboldu. Asker bir sırt çantası aldı, baktı, baktı ve şöyle dedi:

- Bu çöple nereye gideceğim? Benimki de yeter!

Ve bundan vazgeçmek üzereydi - aniden, birdenbire, sanki yerden iki genç adam önünde belirdi ve ona şöyle dediler:

- Ne istiyorsun?

Asker şaşırdı ve onlara bir şey söyleyemedi ve sonra bağırdı:

- Benden ne istiyorsun?

İçlerinden biri askere yaklaştı ve şöyle dedi:

“Biz senin itaatkar hizmetkarlarınız ama sana değil, bu büyülü çantaya itaat ediyoruz ve bir şeye ihtiyacın olursa emir ver.

Asker bütün bunları rüyasında gördüğünü düşündü, gözlerini ovuşturdu, denemeye karar verdi ve şöyle dedi:

"Doğruyu söylüyorsan, sana hemen bir ranza, bir masa, bir şeyler atıştırma ve bir pipo tütün vermeni emrediyorum!"

Askerin henüz bitirmek için vakti olmamıştı ve sanki gökten düşmüş gibi her şey ortaya çıktı. Asker içti, yedi, yatağına düştü ve piposunu yaktı.

Bir süre bu şekilde yattı, sonra sırt çantasını salladı ve iyi bir adam (sırt çantasının hizmetkarı) görününce asker ona şöyle dedi:

"Peki daha ne kadar burada bu ranzada yatıp tütün içeceğim?"

"Ne kadar istersen," dedi genç adam.

"Pekala, her şeyi götürün," dedi asker ve devam etti. Böylece, yakın ya da uzak, oradan sonra yürüdü ve akşam bir malikaneye geldi ve görkemli bir malikane vardı. Ve efendi bu evde yaşamıyordu, başka bir evde yaşıyordu - iyi bir evde şeytanlar vardı. Böylece asker köylülere sormaya başladı:

- Baron nerede yaşıyor?

Ve adamlar diyor ki:

- Efendimizden ne istiyorsun?

- Evet, geceyi geçirmeyi istemelisin!

"Pekala," diyor köylüler, "sadece git, seni akşam yemeği için şeytana gönderecek!"

"Hiçbir şey" der asker, "ve şeytanlardan kurtulabilirsin. Ve söyle bana, barin nerede yaşıyor?

Köylüler ona malikaneyi gösterdiler ve asker yanına gitti ve geceyi geçirmesini istemeye başladı. Barın diyor ki:

"Belki içeri girmeme izin verin ve içeri girmeme izin verin, ancak orası sessiz değil!"

"Hiçbir şey," diyor asker. Böylece usta, askeri iyi bir eve götürdü ve onu getirirken asker sihirli çantasını salladı ve iyi adam göründüğünde iki kişilik bir masa hazırlamasını emretti. Beyefendi geri dönecek zaman bulamadan her şey ortaya çıktı. Usta zengin olmasına rağmen daha önce hiç böyle meze yememişti! Yemeye başladılar ve usta altın kaşığı çaldı. Aperatifleri bitirdiler, asker tekrar çantasını salladı ve her şeyin kaldırılmasını emretti ve iyi adam şöyle dedi:

- Temizleyemem - her şey masada değil. Asker evet baktı ve şöyle dedi:

- Siz efendim, neden bir kaşık aldınız?

“Ben almadım” diyor usta.

Asker ustayı aradı, kaşığı uşağa verdi ve kendisi de geceyi geçirdiği için ustaya teşekkür etmeye başladı ve onu o kadar kötü dövdü ki, usta öfkeyle tüm kapıları kilitledi.

Asker diğer odaların tüm pencere ve kapılarını kilitledi, onları geçti ve şeytanları beklemeye başladı.

Gece yarısı civarında, kapıda birinin gıcırdadığını duyar. Askerler biraz daha beklediler ve birdenbire o kadar çok kötü ruh ortaya çıktı ve öyle bir çığlık attılar ki en azından kulaklarınızı tıkayın!

Biri bağırır:

- İt, it!

Öteki bağırır:

"Evet, haçlar yazılıysa nereye itmeli! .." Asker dinledi, dinledi ve korkak bir düzine olmadığı hiçbir şey için saçları diken diken oldu. Sonunda bağırdı:

"Benden ne istiyorsun, yalınayak?"

- Bırak! şeytanlar kapının arkasından ona bağırırlar.

"Neden seni buraya alıyorum?"

- Evet, bırak gitsin!

Asker etrafına bakındı ve köşede bir ağırlık torbası gördü, çantayı aldı, ağırlıkları salladı ve şöyle dedi:

- Ve kaçınız yalınayak çantama girecek?

Şeytanlar ona kapının arkasından "Hadi içeri girelim," derler. Asker kömürle çuvalın üzerine haç çizdi, kapıyı biraz kapattı ve şöyle dedi:

- Peki, bakalım doğruyu söyledin mi, herkes gelecek mi?

Şeytanların her biri çuvala tırmandı, asker bağladı, haç işareti yaptı, yirmi kiloluk bir ağırlık aldı ve hadi çuvalı dövelim. Vuruşlar, vuruşlar ve dokunuşlar: yumuşak mı? Burada asker sonunda yumuşadığını görür, pencereyi açar, çantayı çözer ve şeytanları dışarı atar. Bakar ve şeytanların hepsi sakatlanır ve kimse yerinden kıpırdamaz.

Asker şöyle bağırır:

- Peki burada ne yapıyorsun, yalınayak, uzanmış? Başka bir banyo için mi bekliyorsun, ha?

Şeytanların hepsi bir şekilde kaçtı ve asker arkalarından bağırdı:

"Tekrar buraya gel ki sana başka bir şey sormayayım!"

Ertesi sabah köylüler gelip kapıları açtılar ve asker efendiye gelip şöyle dedi:

"Efendim, şimdi o eve gidin ve hiçbir şeyden korkmayın, ama yol için çalışmam gerekiyor!"

Usta ona biraz para verdi ve asker yoluna devam etti.

Bu yüzden çok uzun bir süre yürüdü ve yürüdü ve evden çok uzak değildi, sadece üç günlük yürüyüş! Aniden yaşlı bir kadın onunla karşılaştı, çok zayıf ve korkunçtu, bir çanta dolusu bıçak taşıyordu, ama içki içiyordu ve çeşitli baltalar taşıyordu ve bir tırpanla desteklenmişti. Yolunu kapattı ama asker buna dayanamadı, baltayı çıkardı ve bağırdı:

"Benden ne istiyorsun yaşlı kadın?" Kafanı açmamı ister misin?

Ölüm (oydu) ve diyor ki:

"Ruhunu almak için Rab tarafından gönderildim!"

Askerin kalbi ürperdi, dizlerinin üzerine çöktü ve şöyle dedi:

- Merhamet et ölüm ana, bana sadece üç yıl ver; Asker olarak uzun süre krala hizmet ettim ve şimdi ailemi görmeye gidiyorum.

"Hayır" der ölüm, "akrabalarını görmeyeceksin ve sana üç yıl vermeyeceğim."

Bana en az üç ay ver.

- Sana üç hafta bile vermeyeceğim.

Bana en az üç gün ver.

"Sana üç dakika bile vermeyeceğim" dedi ölüm, tırpanını sallayarak askeri öldürdü.

Böylece bir asker kendini diğer dünyada buldu ve cennete gitmek üzereydi ama oraya gitmesine izin vermediler: o değersizdi, yani öyleydi. Bir asker cennetten gitti ve cehenneme düştü, sonra şeytanlar ona koştu ve onu ateşe sürüklemek istediler ve asker şöyle dedi:

- Benden ne istiyorsun? Oh, sen, yalınayak, yoksa efendinin banyosunu çoktan unuttun, ha?

Şeytanların hepsi ondan kaçtı ve Şeytan haykırdı:

"Neredesiniz çocuklar, koşuyorsunuz?"

"Ah, ihtiyar," der küçük şeytanlar ona, "ne de olsa o asker burada!"

Şeytan bunu duyunca kendisi ateşe koştu. Burada asker cehennemde yürüdü gibi görünüyordu - sıkıldı; cennete gitti ve Rab'be şöyle dedi:

"Tanrım, beni şimdi nereye gönderiyorsun?" Cenneti hak etmedim ama cehennemde bütün şeytanlar benden kaçtı; Yürüdüm, cehennemden geçtim, sıkıcı oldu ve sana gittim, bana bir tür hizmet ver!

Rab diyor ki:

- Git, hizmet, Başmelek Mikail'den bir silah iste ve cennetin kapılarında saatin üzerinde dur!

Bir asker Başmelek Mikail'e gitti, ondan bir silah istedi ve cennetin kapılarında nöbet tuttu. Yani ister uzun, ister kısa bir süre öyle durur ve ölümün geldiğini görür ve doğruca cennete gider. Asker onun yolunu kesti ve şöyle dedi:

"Ne istiyorsun, yaşlı bayan?" Uzağa gitti! Rab benim raporum olmadan kimseyi kabul etmeyecek!

Ölüm ve diyor ki:

- Bu yıl ne tür insanlara açlıktan ölmelerini emrettiğini sormak için Tanrı'ya geldim.

Asker ve diyor ki:

- Uzun zamandır böyle olurdu, yoksa sormadan tırmanırsınız ama benim de burada bir anlamım olduğunu bilmiyor musunuz; silahı tut, gidip soracağım.

Bir kul cennete geldi ve Rab şöyle dedi:

- Neden geldin servis?

“Ölüm geldi. Lord ve sorar: Gelecek yıl ne tür insanlara açlıktan ölme emri veriyorsunuz?

Rab diyor ki:

- En yaşlıyı öldürsün!

Asker geri döndü ve şöyle düşündü: “Rab en yaşlı insanların aç bırakılmasını emrediyor; ya babam hala hayattaysa, çünkü o da benim gibi onu öldürecek. Pekala, sanırım seni bir daha görmeyeceğim. Hayır, ihtiyar, bana üç yıldır bedava şeyler vermedin, o yüzden git meşe kemir!

Geldi ve ölüme dedi ki:

“Ölüm, Rab sana bu sefer insanları aç bırakmamanı, meşeleri kemirmeni emretti, öyle eski meşeler ki!

Ölüm yaşlı meşeleri kemirmeye gitti ve asker ondan silahı aldı ve cennetin kapılarında tekrar yürümeye başladı. Dünyada bir yıl geçmiş, ölüm yine Rabbin ona bu yıl için ne tür insanları öldürmesini söylediğini sormaya gelmiş.

Asker ona bir silah verdi ve kendisi, bu yıl ne tür insanlara açlıktan ölme emri verdiğini sormak için Rab'be gitti. Rab en terbiyeli olanın aç bırakılmasını emretti ve asker yine şöyle düşündü:

“Ama orada hala kardeşlerim ve birçok tanıdığım var ve ölüm beni öldürecek, bu yüzden onları bir daha görmeyeceğim! Hayır, bir yıl daha meşe kemirsin ve orada, belki asker-kardeşimiz affedilir!

O geldi ve en güçlü, tecrübeli meşeleri kemirmek için ölüm gönderdi.

Bir yıl daha geçti, ölüm üçüncü kez geldi. Rab ona en genç olanları öldürmesini söyledi ve asker genç meşe ağaçlarını kemirmesi için gönderdi.

İşte ölüm dördüncü kez böyle geldi ve asker şöyle dedi: - Sen ihtiyar, gerekirse kendin git, ama ben gitmeyeceğim: Bundan bıktım!

Ölüm Rab'be gitti ve Rab ona şöyle dedi:

- Nesin sen ölüm, bu kadar mı inceldi?

- Evet, ne kadar ince olmamak, üç yıl boyunca meşe kemirdim, bütün dişlerimi kırdım! Ama neden bilmiyorum Tanrım, bana bu kadar kızgınsın?

"Nesin sen, nesin ölüm," dedi Rab ona, "seni meşe kemirmeye gönderdiğimi neden anladın?"

"Evet, asker bana böyle söyledi," diyor ölüm.

- Asker mi? Bunu yapmaya nasıl cüret eder?! Melekler, gelin bana bir asker getirin!

Melekler gidip bir asker getirdiler ve Rab şöyle dedi:

- Meşe kemirmek için ölüme emir verdiğimi nereden çıkardın asker?

- Evet, onun için yeterli değil, yaşlı, bu! Ondan sadece üç yıl için bedava istedim ve bana üç saat bile vermedi. Bu yüzden ona üç yıl meşe kemirmesini söyledim.

"Pekala, şimdi devam et," diyor Rab, "ve onu üç yıl boyunca şişmanlat!" Melekler! Onu açığa çıkarın!

Melekler askeri dünyaya çıkardı ve asker kendisini tam da ölümün onu öldürdüğü yerde buldu. Asker bir tür çanta görür, çantayı alır ve der ki:

- Ölüm! Çantaya gir!

Ölüm bir çuvala oturdu ve asker daha fazla sopa aldı ve oraya taş koydu, ama nasıl bir asker gibi yürüdü ve sadece ölümün kemikleri çatırdadı!

Ölüm ve diyor ki:

- Nesin sen, bir asker, sessiz ol!

“İşte sus, başka ne diyebilirsin ama bence şöyle: otur, dikildiysen!”

Böylece iki gün böyle yürüdü ve üçüncü gün öpüşen çöpçatana geldi ve şöyle dedi:

- Ne kardeşim, bana bir içki ver; bütün parayı harcadım ve bugünlerin birinde sana getireceğim, işte senin için çantam, bırak yatsın.

Öpücük çantayı ondan aldı ve tezgahın altına attı. Asker eve geldi; ve babam hala hayatta. O mutluydu, ailesi daha da mutluydu. Asker böyle yaşadı, sağlıklı ve eğlenceli bir yıl boyunca.

O meyhaneye bir asker geldi ve çuvalını istemeye başladı ama öpüşen adam onu ​​zar zor buldu. Burada asker çuvalı çözdü ve şöyle dedi:

Ölüm, yaşıyor musun?

"Ah," der ölüm, "neredeyse boğuluyordum!"

"Pekala," diyor asker. İçinde tütün olan bir enfiye kutusunu açtı, burnunu çekti ve hapşırdı. Ölüm ve diyor ki:

"Hizmetçi, onu bana ver!"

Askerden ne göreceğini sormaya devam etti.

Asker ve diyor ki:

- Ne de olsa ölüm, sana bir tutam yetmez ama git bir enfiye kutusuna otur ve istediğin kadar kokla; Ölüm enfiye kutusuna girer girmez asker onu kapatıp bir yıl boyunca taktı. Sonra enfiye kutusunu tekrar açtı ve şöyle dedi:

- Ne, ölüm, kokladı mı?

"Ah," der ölüm, "çok zor!

"Pekala," der asker, "hadi gidelim, şimdi seni doyuracağım!"

Eve geldi ve onu masaya koydu ve ölüm yedi ve yedi kişi yedi. Asker sinirlendi ve şöyle dedi:

- Bak, bir buluş, yedi kişilik yedim! Seni doldurmayacaksın, seninle nereye geleceğim kahretsin?

Onu bir çuvala koyup mezarlığa taşıdı; yan tarafında bir çukur kazdı ve oraya gömdü. Üç yıl geçti, Rab ölümü hatırladı ve onu aramaları için melekler gönderdi. Melekler yürüdü, dünyayı dolaştı, bir asker buldu ve ona şöyle dedi:

"Neredesin asker, ölüm yapıyorsun?"

- Nereye gittin? Ve mezara gömüldü!

Asker tam yirmi beş yıl Allah'a ve büyük hükümdara hizmet etmiş, temiz bir istifa almış ve memleketine dönmüştür. Yürüdü, yürüdü, sefil bir dilenciye rastlar ve sadaka ister. Ve askerin sadece başkenti var - üç bisküvi. Dilenciye bir bisküvi verdi ve devam etti. Başka bir dilenciye rastlar, eğilir ve sadaka da ister. Asker ona da bir kraker verdi. Yine yoluna devam etti ve üçüncü dilenciyle karşılaştı - bir harrier kadar gri yaşlı bir adam. Yaşlı adam eğilir, sadaka ister. Asker sırt çantasından son krakeri çıkardı ve şöyle düşünüyor: “Bütün bir tane vermek - sen kendin kalmayacaksın; yarısını ver - o iki dilenci yaşlı adamı gücendir. Hayır, ona tam bir kraker vermeyi tercih ederim ve bir şekilde idare ederim. “Teşekkürler, nazik insan! der yaşlı adam askere. Şimdi söyle bana: ne istiyorsun, neye ihtiyacın var? Belki sana bir konuda yardımcı olabilirim." Asker şaka yapmak istedi ve "Kartlarınız varsa, onları hatıra olarak verin" dedi. Ve yaşlı adam koynundan kartlar çıkardı ve askere verdi. "Burada" diyor, "kartlarınız var ve basit kartlar bile yok: kiminle oynamaya başlarsanız, muhtemelen onu yeneceksiniz. Evet, işte size kanvas bir sırt çantası. Yolda bir hayvan veya kuşla karşılaşırsanız ve onları yakalamak istiyorsanız, sırt çantanızı açın ve "Buraya tırmanın" deyin - ve bu sizin yolunuz olacaktır. "Teşekkürler büyükbaba" der asker; sırt çantasını aldı, yaşlı adamla vedalaştı ve yoluna devam etti.

Uzun bir yol yürüdü ve bir göle geldi ve o gölde üç yaban kazı yüzdü. Asker, "Sırt çantamı deneyeyim," diye düşünür. Sırt çantasını açtı ve "Hey yaban kazları, buraya uçun!" Ve asker bu sözleri söyler söylemez kazlar gölden havalandı ve doğruca sırt çantasına uçtu. Asker onu bağladı, omuzlarına attı ve devam etti.

Yürüdü, yürüdü ve yabancı bir ülkeye, bilinmeyen bir şehre gitti ve yaptığı ilk şey bir meyhaneye gitmek, bir şeyler yemek ve yolculuktan sonra dinlenmek oldu. Masaya oturdu, sahibini aradı ve “İşte sana üç kaz. Bu kazı benim için kızart, votka ile değiştir ve bu kazı dertlerin için al. Bir asker bir meyhanede oturur ve kendini tedavi eder: bir bardak içip bir kaz yiyecektir. Ve pencereden dışarı bakmak istedi. Ve pencereden kraliyet sarayını görebiliyordum. Asker bakar ve merak eder: saray şan için inşa edilmiştir, ancak hiçbir pencerede cam yoktur - herkes öldürülür. “Mesel nedir? asker efendiye sorar. "Sarayın camlarını kırmaya kim cüret etti?" Sonra hancı askere garip bir hikaye anlattı. "Kralımızın kendisine bir saray yaptırdı," diyor, "ama içinde yaşayamazsınız. Yedi yıldır boş duruyor: kötü ruhlar herkesi kovuyor. Her gece orada şeytani bir kalabalık toplanır: gürültü yaparlar, bağırırlar, dans ederler, kağıt oynarlar.

Asker uzun süre düşünmedi: sırt çantasını çözdü, oradan yedek bir üniforma çıkardı, giydi, hak ettiği bir madalya taktı ve kralın huzuruna çıktı. “Majesteleri! - konuşur. "Geceyi senin boş sarayında geçirmeme izin ver." “Sen nesin, hizmetçi! kral ona söyler. - Tanrı seninle olsun! Pek çok yiğit geceyi bu sarayda geçirmeye götürüldü ama kimse canlı dönmedi. Sarayda neler olduğundan haberin var mı?" "Ben her şeyi biliyorum Majesteleri! Ne de olsa bir Rus askeri ateşte yanmaz, suda batmaz. Yirmi beş yıl Allah'a ve büyük hükümdara hizmet ettim, savaşlarda bulundum, Türk'ü yendim ama hayatta kaldım; yoksa seninle bir gecede ölürüm!" Kral, askeri ne kadar ikna ederse etsin, arkasında duruyor. "Pekala" der kral, "Tanrı ile git, istersen geceyi geçir; Senin iradeni elinden almıyorum."

Acil bir zaman geçti, asker kralın hizmetine girdi ve akrabalarını evde görmek istemeye başladı. İlk başta kral gitmesine izin vermedi ama sonra kabul etti, ona altın ve gümüş bahşetti ve dört bir yandan gitmesine izin verdi.

Böylece asker istifasını aldı ve yoldaşlarıyla vedalaşmaya gitti ve yoldaşlar ona şöyle dedi:

- Çarşaflara getiremez misin, ama ondan önce iyi yaşadık?

Böylece asker, yoldaşlarına teklif vermeye başladı; getirdi, getirdi - bak, sadece beş senti kalmıştı.

İşte askerimiz geliyor. Yakın mı, uzak mı, görüyor mu: kenarda bir meyhane duruyor; Bir asker meyhaneye girdi, bir kopek için içti, bir kuruş yedi ve yoluna devam etti. Biraz yürüdü, yaşlı bir kadın onunla karşılaştı ve sadaka istemeye başladı; asker ve ona bir nikel verdi. Yine biraz yürüdü, baktı ve aynı yaşlı kadın yine buluşmaya gitti ve sadaka istedi; asker bir kuruş daha verdi ama kendisi hayret ediyor: yaşlı kadın kendini nasıl tekrar önünde buldu? Bakar ve yaşlı kadın yine karşısına çıkar ve sadaka ister; asker ve üçüncü nikel dosyalandı.

Tekrar bir mil geri gitti. Bakar ve yaşlı kadın yine öndedir ve sadaka ister. Asker sinirlendi, gayrete dayanamadı, baltayı çıkardı ve kafasını kesmek istedi ve el sallar yapmaz yaşlı kadın ayağına bir sırt çantası fırlattı ve ortadan kayboldu. Asker bir sırt çantası aldı, baktı, baktı ve şöyle dedi:

- Bu çöple nereye gideceğim? Benimki de yeter!

Ve pes etmek üzereydi - aniden, birdenbire, sanki yerden iki genç adam önünde belirdi ve ona şöyle dediler:

- Ne istiyorsun?

Asker şaşırdı ve onlara bir şey söyleyemedi ve sonra bağırdı:

- Benden ne istiyorsun?

İçlerinden biri askere yaklaştı ve şöyle dedi:

- Biz senin itaatkar kullarınız ama sana değil, bu büyülü çantaya itaat ediyoruz ve bir şeye ihtiyacın olursa sipariş ver.

Asker bütün bunları rüyasında gördüğünü düşündü, gözlerini ovuşturdu, denemeye karar verdi ve şöyle dedi:

- Doğruyu söylüyorsan, sana hemen bir yatak, bir masa, bir şeyler atıştırma ve tütünlü bir pipo vermeni emrediyorum!

Askerin henüz bitirmek için vakti olmamıştı ve sanki gökten düşmüş gibi her şey ortaya çıktı. Asker içti, yedi, yatağına düştü ve piposunu yaktı.

Bir süre bu şekilde yattı, sonra sırt çantasını salladı ve iyi bir adam (sırt çantasının hizmetkarı) görününce asker ona şöyle dedi:

"Peki daha ne kadar burada bu ranzada yatıp tütün içeceğim?"
"Ne kadar istersen," dedi genç adam.
- Pekala, her şeyi götürün, - dedi asker ve devam etti. Böylece, yakın ya da uzak, oradan sonra yürüdü ve akşam bir malikaneye geldi ve görkemli bir malikane vardı. Ve efendi bu evde yaşamıyordu, başka bir evde yaşıyordu - iyi bir evde şeytanlar vardı. Böylece asker köylülere sormaya başladı:

- Baron nerede yaşıyor?
Ve adamlar diyor ki:
- Evet, efendimizden ne istiyorsunuz?
- Evet, geceyi geçirmeyi istemelisin!
Köylüler, "Pekala, gidin, sizi akşam yemeği için şeytana gönderecek!"
"Hiçbir şey," der asker, "ve şeytanlardan kurtulabilirsin. Ve söyle bana, barin nerede yaşıyor?

Köylüler ona malikaneyi gösterdiler ve asker yanına gitti ve geceyi geçirmesini istemeye başladı. Barın diyor ki:

- Bırak beni, belki giderim, ama orası sessiz değil!
"Hiçbir şey," diyor asker. Böylece usta, askeri iyi bir eve götürdü ve onu getirirken asker sihirli çantasını salladı ve iyi adam göründüğünde iki kişilik bir masa hazırlamasını emretti. Beyefendi geri dönecek zaman bulamadan her şey ortaya çıktı. Usta zengin olmasına rağmen daha önce hiç böyle meze yememişti! Yemeye başladılar ve usta altın kaşığı çaldı.

Aperatifleri bitirdiler, asker tekrar çantasını salladı ve her şeyin kaldırılmasını emretti ve iyi adam şöyle dedi:

– Ben temizleyemem – her şey masada değil. Asker evet baktı ve şöyle dedi:
- Siz efendim, neden bir kaşık aldınız?
“Ben almadım” diyor usta.

Asker ustayı aradı, kaşığı uşağa verdi ve kendisi de geceyi geçirdiği için ustaya teşekkür etmeye başladı ve onu o kadar kötü dövdü ki, usta öfkeyle tüm kapıları kilitledi. Asker diğer odaların tüm pencere ve kapılarını kilitledi, onları geçti ve şeytanları beklemeye başladı. Gece yarısı civarında, kapıda birinin gıcırdadığını duyar. Askerler biraz daha beklediler ve birdenbire o kadar çok kötü ruh ortaya çıktı ve öyle bir çığlık attılar ki en azından kulaklarınızı tıkayın!

Biri bağırır:
- İt, it!
Öteki bağırır:
- Evet, haçlar ayarlanırsa nereye itilir! .. Asker dinledi, dinledi ve korkak bir düzine olmadığı hiçbir şey için saçları diken diken oldu. Sonunda bağırdı:
"Benden ne istiyorsun, yalınayak?"
- Bırak! -şeytanlar kapının arkasından ona bağırırlar.
"Neden seni buraya alıyorum?"
- Evet, bırak gitsin!

Asker etrafına bakındı ve köşede bir ağırlık torbası gördü, çantayı aldı, ağırlıkları salladı ve şöyle dedi:

- Ve kaçınız yalınayak çantama girecek?
Şeytanlar ona kapının arkasından, "Haydi, içeri girelim," derler. Asker kömürle çuvalın üzerine haç çizdi, kapıyı biraz kapattı ve şöyle dedi:
- Peki, bakalım doğruyu söyledin mi, herkes gelecek mi?

Şeytanların her biri çuvala tırmandı, asker bağladı, haç işareti yaptı, yirmi kiloluk bir ağırlık aldı ve hadi çuvalı dövelim. Vuruşlar, vuruşlar ve dokunuşlar: yumuşak mı? Burada asker sonunda yumuşadığını görür, pencereyi açar, çantayı çözer ve şeytanları dışarı atar. Bakar ve şeytanların hepsi sakatlanır ve kimse yerinden kıpırdamaz.

Asker şöyle bağırır:
- Peki burada ne yapıyorsun, yalınayak, uzanmış? Başka bir banyo için mi bekliyorsun, ha?

Şeytanların hepsi bir şekilde kaçtı ve asker arkalarından bağırdı:
"Tekrar buraya gel ki sana başka bir şey sormayayım!"

Ertesi sabah köylüler gelip kapıları açtılar ve asker efendiye gelip şöyle dedi:
"Efendim, şimdi o eve gidin ve hiçbir şeyden korkmayın, ama yol için çalışmam gerekiyor!"

Usta ona biraz para verdi ve asker yoluna devam etti. Bu yüzden çok uzun bir süre yürüdü ve yürüdü ve evden çok uzak değildi, sadece üç günlük yürüyüş! Aniden yaşlı bir kadın onunla karşılaştı, çok zayıf ve korkunçtu, bir çanta dolusu bıçak taşıyordu, ama içki içiyordu ve çeşitli baltalar taşıyordu ve bir tırpanla desteklenmişti.

Yolunu kapattı ama asker buna dayanamadı, baltayı çıkardı ve bağırdı:
"Benden ne istiyorsun yaşlı kadın?" Kafanı açmamı ister misin?

Ölüm (oydu) ve diyor ki:
"Ruhunu almak için Rab tarafından gönderildim!"

Askerin kalbi ürperdi, dizlerinin üzerine çöktü ve şöyle dedi:

- Merhamet et ölüm ana, bana sadece üç yıl ver; Asker olarak uzun süre krala hizmet ettim ve şimdi ailemi görmeye gidiyorum.
"Hayır" der ölüm, "akrabalarını görmeyeceksin ve sana üç yıl vermeyeceğim."
Bana en az üç ay ver.
- Sana üç hafta bile vermeyeceğim.
Bana en az üç gün ver.
"Sana üç dakika bile vermeyeceğim" dedi ölüm, tırpanını sallayarak askeri öldürdü.

Böylece bir asker kendini diğer dünyada buldu ve cennete gitmek üzereydi ama oraya gitmesine izin vermediler: o değersizdi, yani öyleydi. Bir asker cennetten gitti ve cehenneme düştü, sonra şeytanlar ona koştu ve onu ateşe sürüklemek istediler ve asker şöyle dedi:

- Benden ne istiyorsun? Oh, sen, yalınayak, yoksa efendinin banyosunu çoktan unuttun, ha?

Şeytanların hepsi ondan kaçtı ve Şeytan haykırdı:

"Neredesiniz çocuklar, koşuyorsunuz?"
"Ah, ihtiyar," der küçük şeytanlar ona, "ne de olsa o asker burada!"

Şeytan bunu duyunca kendisi ateşe koştu. Burada asker cehennem gibiydi - sıkıldı; cennete gitti ve Rab'be şöyle dedi:

"Tanrım, beni şimdi nereye gönderiyorsun?" Cenneti hak etmedim ama cehennemde bütün şeytanlar benden kaçtı; Yürüdüm, cehennemden geçtim, sıkıcı oldu ve sana gittim, bana bir tür hizmet ver!

Rab diyor ki:
- Git, hizmet, Başmelek Mikail'den bir silah dile ve cennetin kapılarında saatin üzerinde dur!

Bir asker Başmelek Mikail'e gitti, ondan bir silah istedi ve cennetin kapılarında nöbet tuttu. Yani ister uzun, ister kısa bir süre öyle durur ve ölümün geldiğini görür ve doğruca cennete gider.

Asker onun yolunu kesti ve şöyle dedi:
"Ne istiyorsun, yaşlı bayan?" Uzağa gitti! Rab benim raporum olmadan kimseyi kabul etmeyecek!

Ölüm ve diyor ki:
- Bu yıl ne tür insanlara açlıktan ölmelerini emrettiğini sormak için Tanrı'ya geldim.

Asker ve diyor ki:
- Uzun zamandır böyle olurdu, yoksa sormadan tırmanırsınız ama benim de burada bir anlamım olduğunu bilmiyor musunuz; silahı tut, gidip soracağım.

Bir kul cennete geldi ve Rab şöyle dedi:
- Neden geldin servis?
“Ölüm geldi. Lord ve sorar: Gelecek yıl ne tür insanlara açlıktan ölme emri veriyorsunuz?

Rab diyor ki:
- En yaşlıyı öldürsün!

Asker geri döndü ve şöyle düşündü: “Rab en yaşlı insanların aç bırakılmasını emrediyor; ya babam hala hayattaysa, çünkü o da benim gibi onu öldürecek. Pekala, sanırım seni bir daha görmeyeceğim. Hayır, yaşlı bayan, bana üç yıldır bedava şeyler vermedin, o yüzden git meşeleri kemir!"

Geldi ve ölüme dedi ki:
“Ölüm, Tanrı sana bu sefer insanları öldürmemeni, meşeleri kemirmeni emretti, öyle ki artık eskimeyen meşeler!

Ölüm yaşlı meşeleri kemirmeye gitti ve asker ondan silahı aldı ve cennetin kapılarında tekrar yürümeye başladı. Dünyada bir yıl geçmiş, ölüm yine Rabbin ona bu yıl için ne tür insanları öldürmesini söylediğini sormaya gelmiş.

Asker ona bir silah verdi ve kendisi, bu yıl ne tür insanlara açlıktan ölme emri verdiğini sormak için Rab'be gitti. Rab en terbiyeli olanın aç bırakılmasını emretti ve asker yine şöyle düşündü:
“Ama orada hala kardeşlerim ve birçok tanıdığım var ve ölüm beni öldürecek, bu yüzden onları bir daha görmeyeceğim! Hayır, bir yıl daha meşe kemirsin ve orada, belki asker-kardeşimiz merhametli olur!

O geldi ve en güçlü, tecrübeli meşeleri kemirmek için ölüm gönderdi. Bir yıl daha geçti, ölüm üçüncü kez geldi. Rab ona en genç olanları öldürmesini söyledi ve asker genç meşe ağaçlarını kemirmesi için gönderdi.
İşte ölüm dördüncü kez böyle geldi der asker:

- Pekala, sen, yaşlı olan, gerekirse kendi başına git, ama ben gitmeyeceğim: Bundan bıktım!

Ölüm Rab'be gitti ve Rab ona şöyle dedi:

- Nesin sen ölüm, bu kadar mı inceldi?
- Evet, ne kadar zayıf olamazsın, üç yıl boyunca meşe kemirdin, tüm dişlerini kırdın! Ama neden bilmiyorum Tanrım, bana bu kadar kızgınsın?
"Nesin sen, nesin ölüm," dedi Rab ona, "seni meşe kemirmeye gönderdiğimi neden anladın?"
"Evet, asker bana böyle söyledi," diyor ölüm.
- Asker mi? Bunu yapmaya nasıl cüret eder?! Melekler, gelin bana bir asker getirin!

Melekler gidip bir asker getirdiler ve Rab şöyle dedi:

- Meşe kemirmek için ölüme emir verdiğimi nereden çıkardın asker?
- Evet, onun için yeterli değil, yaşlı, bu! Ondan sadece üç yıl için bedava istedim ve bana üç saat bile vermedi. Bu yüzden ona üç yıl meşe kemirmesini söyledim.
"Pekala, şimdi devam et," diyor Rab, "ve onu üç yıl boyunca şişmanlat!" Melekler! Onu açığa çıkarın!

Melekler askeri dünyaya çıkardı ve asker kendisini tam da ölümün onu öldürdüğü yerde buldu. Asker bir tür çanta görür, çantayı alır ve der ki:
- Ölüm! Çantaya gir!

Ölüm bir çuvala oturdu ve asker daha fazla sopa aldı ve oraya taş koydu, ama nasıl bir asker gibi yürüdü ve sadece ölümün kemikleri çatırdadı!

Ölüm ve diyor ki:
- Evet, nesin sen, bir asker, sessiz ol!
- Buyurun, daha sessiz, başka ne söyleyebilirsiniz, ama bence bu: dikilmişse oturun!

Böylece iki gün böyle yürüdü ve üçüncü gün öpüşen çöpçatana geldi ve şöyle dedi:

- Ne kardeşim, bana bir içki ver; bütün parayı harcadım ve bugünlerin birinde sana getireceğim, işte senin için çantam, bırak yatsın.

Öpücük çantayı ondan aldı ve tezgahın altına attı. Asker eve geldi; ve babam hala hayatta. O mutluydu, ailesi daha da mutluydu. Asker böyle yaşadı, sağlıklı ve eğlenceli bir yıl boyunca.

O meyhaneye bir asker geldi ve çuvalını istemeye başladı ama öpüşen adam onu ​​zar zor buldu. Burada asker çuvalı çözdü ve şöyle dedi:

Ölüm, yaşıyor musun?
"Ah," diyor ölüm, "neredeyse boğuluyordu!"
"Pekala," diyor asker. İçinde tütün olan bir enfiye kutusunu açtı, burnunu çekti ve hapşırdı.

Ölüm ve diyor ki:
"Hizmetçi, onu bana ver!"

Askerden ne göreceğini sormaya devam etti.

Asker ve diyor ki:
- Ne de olsa ölüm, sana bir tutam yetmez ama git bir enfiye kutusuna otur ve istediğin kadar kokla; Ölüm enfiye kutusuna girer girmez asker onu kapatıp bir yıl boyunca taktı. Sonra enfiye kutusunu tekrar açtı ve şöyle dedi:
- Ne, ölüm, kokladı mı?
"Ah," der ölüm, "çok zor!
"Pekala," diyor asker, "hadi gidelim, şimdi seni besleyeceğim!"

Eve geldi ve onu masaya koydu ve ölüm yedi ve yedi kişi yedi. Asker sinirlendi ve şöyle dedi:

- Bak, bir buluş, yedi kişilik yedim! Seni doldurmayacaksın, seninle nereye geleceğim kahretsin?

Onu bir çuvala koyup mezarlığa taşıdı; yan tarafında bir çukur kazdı ve oraya gömdü. Üç yıl geçti, Rab ölümü hatırladı ve onu aramaları için melekler gönderdi. Melekler yürüdü, dünyayı dolaştı, bir asker buldu ve ona şöyle dedi:

"Neredesin asker, ölüm yapıyorsun?"
- Nereye gittin? Ve mezara gömüldü!
Melekler, "Ama Rab onu kendisine istiyor" derler.

Mezarlığa bir asker geldi, bir çukur kazdı ve ölüm orada şimdiden biraz nefes alıyor. Melekler ölümü alıp Rab'be getirdiler ve şöyle dedi:
- Nesin sen ölüm, çok mu zayıfsın?

Ölüm Rab'be her şeyi anlattı ve şöyle diyor:

- Görülüyor ki sen, ölüm, askerden ekmek alma, kendini besle!

Ölüm yine dünyayı dolaştı, ancak yalnızca o asker artık açlıktan ölmeye cesaret edemedi.

A. Bir asker yirmi beş yıl görev yaptı ama emekli olmadı - nasıl olmasın! Düşünmeye ve tahmin etmeye başladı: “Bu ne anlama geliyor? Yirmi beş yıl Tanrı'ya ve büyük hükümdara hizmet ettim, hiç ceza almadım ve emekli olmama izin vermiyorlar; Gözümün baktığı yere gideyim!” Düşündüm, düşündüm ve kaçtım. Böylece bir gün, bir gün ve bir üçüncü gün yürüdü ve Rab'bin huzuruna çıktı. Rab ona sorar: "Nereye gidiyorsun, hizmet?" - “Tanrım, yirmi beş yıl sadakatle hizmet ettim, görüyorum: istifa etmiyorlar - ben de kaçtım; Şimdi gözlerimin baktığı yere gidiyorum!” - "Peki, yirmi beş yıl sadakatle hizmet ettiyseniz, o zaman cennete - cennetin krallığına gidin." Bir asker cennete gelir, tarif edilemez bir zarafet görür ve kendi kendine düşünür: ne zaman yaşayacağım! Sadece yürüdü, cennet gibi yerlerde yürüdü, kutsal babaların yanına gitti ve sordu: Tütün satan var mı? - “Ne, hizmet, tütün! İşte cennet, cennetin krallığı!” Asker sessizdi. Yine yürüdü, göksel yerlerden geçti, başka bir sefer kutsal babaların yanına gitti ve sordu: Yakınlarda şarap satıyorlar mı? - “Ah, sen hizmet-hizmet! ne şarap! işte cennet, cennetin krallığı!”<…>- "Burada ne cennet var: tütün yok, şarap yok!" - asker dedi ve cennetten çıktı.

Nefsine gider gider ve yine Rabbine kavuşmak için yakalanır. “Ya Rabbi, beni hangi cennete gönderdin?” der. tütün yok, şarap yok!” - "Pekala, sol taraftan git," diye yanıtlıyor Rab, "her şey orada!" Asker sola döndü ve yola çıktı. Kötü bir ruh koşuyor: "Ne istiyorsun, bay hizmet?" - “Sormak için bekleyin; önce bana bir yer ver, sonra konuş.” İşte cehenneme bir asker getirdiler Seçenek: cehenneme.. "Ne, tütün var mı?" - kötü ruhlara sorar. - "Evet, uşak!" - "Şarap var mı?" - "Ve şarap var!" - "Her şeyi ver!" Ona kirli bir pipo tütün ve bir bardak karabiber verdiler. Asker içer ve yürür, piposunu içer, radekhonek oldu: bu gerçekten cennet - yani cennet! Evet, asker uzun süre çalışmadı, şeytanlar ona her taraftan baskı yapmaya başladı, kendini hasta hissetmesi gerekiyordu! Ne yapalım? buluşlara giriş, bir sazhen yap, mandalları kes ve hadi ölçelim: bir sazhen ölçecek ve bir dübel sürecek Seçenek: Kordonu aldım, sırt çantasından bir parça tebeşir çıkardım, kordonu tebeşirledim ve ısıyı ölçmeye başladım.. Şeytan ona atladı: "Ne yapıyorsun hizmet?" "Kör müsün! Neyi görmüyor musun? Bir manastır inşa etmek istiyorum Seçenek: Bir katedral inşa etmek istiyorum: bir karne gelecek, geçit törenine gidecek hiçbir yer yok!. Şeytan büyükbabasına nasıl koştu: "Bak büyükbaba, asker buraya bir manastır inşa etmek istiyor!" Büyükbaba ayağa fırladı ve askerin yanına koştu: "Ne yapıyorsun" diyor, "ne yapıyorsun?" - "Görmüyor musun, bir manastır inşa etmek istiyorum." Büyükbaba korktu ve doğruca Tanrı'ya koştu: “Tanrım! cehenneme ne tür bir asker gönderdin: bizimle bir manastır inşa etmek istiyor!” “Ne umurumda! neden yanınızda böyle insanlar var? - "Tanrı! Onu uzaklaştır." - “Ama nasıl alınır! kendim diledim." - Ahti! "Biz zavallı insanlar onunla ne yapabiliriz?" - "Git, şeytanın derisini çıkar ve davulun üzerine çek, sonra cehennemden çık ve alarmı çal: gidecek!" Büyükbaba geri geldi, şeytanı yakaladı, derisini yırttı, davulu çekti. "Bakın," diye cezalandırır şeytanları, "cehennemden bir asker nasıl fırlar, şimdi kapıyı sıkıca kilitleyin, yoksa gemiler nasıl tekrar girerse girsin!" Büyükbaba kapıdan çıktı ve alarmı çaldı; asker davul sesini duyar duymaz deli gibi cehennemden kaçmaya başladı; tüm şeytanları korkuttu ve kapıdan atladı. Dışarı atladığı anda, kapılar alkışladı ve sıkıca kilitlendi. Asker etrafına bakındı: Görülecek kimse yok ve duyulacak alarm yok; geri döndü ve hadi cehenneme vuralım: “Çabuk aç! - ciğerlerinin tepesinde bağırır, yoksa kapıyı kırarım! - “Hayır kardeşim, kırmayacaksın! - şeytanlar söyle. - Nereye istersen git ama seni içeri almayacağız; seni zorla atlattık!”

Asker başını önüne eğdi ve gözlerinin baktığı her yerde dolaştı. Yürüdü, yürüdü ve Rab ile tanıştı. "Nereye gidiyorsun, servis?" - "Kendimi bilmiyorum!" "Pekala, seni nereye götürebilirim? cennete gönderildi - iyi değil! cehenneme gönderildi - ve orada anlaşamadı! - "Tanrım, beni saatin kapına koy." - "Pekala, ayağa kalk." Saatte bir asker oldu. İşte Ölüm geliyor. "Nereye gidiyorsun?" - nöbetçiye sorar Seçenek: Allah, cennet kapılarına bir asker koydu: “Bak, buyuruyor, kimseyi geçirme!” - "Dinliyorum; yaşlı askerin öğreneceği hiçbir şey yok.” Burada saatin üzerinde duruyor, kimsenin geçmesine izin vermiyor. Ölüm Yaklaşıyor. "Kim gider?" - askeri arar. - "Ölüm". - "Nerede?" - "Tanrıya." - "Ne için?"…. Ölüm cevap verir: "Öldürmesini emredeceğim bir emir için Rab'be gidiyorum." "Bekle, gidip soracağım." Gidip sordu: “Efendimiz! Ölüm geldi; kimi öldürmeyi işaret edeceksiniz? - "Ona en yaşlı insanları üç yıl aç bırakmasını söyle." Asker kendi kendine şöyle düşünür: "Yani belki de annemi babamı öldürür: sonuçta onlar yaşlı insanlar." Dışarı çıktı ve Ölüm'e şöyle dedi: "Ormanlardan geç ve en yaşlı meşeleri üç yıl boyunca keskinleştir" Seçenek: Yüz yıldır tomurcuk halinde duran eski ormanı kemirmek.. Ölüm ağladı: "Tanrı bana kızdığı için, keskinleştirmek için meşe gönderiyor!" Ve üç yıl boyunca en eski meşe ağaçlarını keskinleştirerek ormanlarda dolaştı; ve zaman geçtikçe, bir emir için tekrar Tanrı'ya döndü. "Neden kendini sürükledin?" - askere sorar. - "Rab'bin öldürmesini emredeceği emir için." "Bekle, gidip soracağım." Yine gitti ve sordu: “Rabbim! Ölüm geldi; kimi öldürmeyi işaret edeceksiniz? - "Gençleri üç yıl aç bırakmasını söyle" Seçenek: Ortalama insanlar.. Asker kendi kendine şöyle düşünür: "Belki de kardeşlerimi öldürür!" Dışarı çıktı ve Ölüm'e şöyle dedi: “Aynı ormanlardan tekrar geç ve üç yıl boyunca genç meşeleri keskinleştir. Seçenek: Orta ormanı kemir.; Rab böyle buyurdu!” - "Tanrı neden bana kızgın!" Ölüm ağladı ve ormanın içinden geçti. Üç yıl boyunca tüm genç meşeleri keskinleştirdi ve zaman geçtikçe Tanrı'ya gitti; bacaklarını zar zor sürüklüyor. "Nerede?" - askere sorar. - "Açlıktan ölmesini emredeceği bir emir için Rab'be." "Bekle, gidip soracağım." Yine gitti ve sordu: “Rabbim! Ölüm geldi; kimi öldürmeyi işaret edeceksiniz? - "Söyle ona bebekleri üç yıl boyasın." Asker kendi kendine, “Kardeşlerimin çocukları var; bu yüzden belki de onları öldürür!” Dışarı çıktı ve Ölüm'e şöyle dedi: "Yine aynı ormanlardan geç ve üç yıl boyunca en küçük meşe ağaçlarını ye." "Tanrı neden bana işkence ediyor!" diye bağırdı Ölüm ve ormanın içinden geçti. Üç yıl boyunca en küçük meşe ağaçlarını kemirdi; ama zaman dolduğunda, bacaklarını zar zor hareket ettirerek Tanrı'ya döner. Seçenek: Biraz canlanıyor: sadece rüzgar esiyor - bu yüzden rüzgardan düşüyor!. “Pekala, şimdi en azından bir askerle savaşacağım ve kendim Rab'be ulaşacağım! neden beni dokuz yıl cezalandırıyor?” Asker Ölümü gördü ve seslendi: "Nereye gidiyorsun?" Ölüm sessizdir, verandaya tırmanır. Asker onu yakasından tuttu ve içeri girmesine izin vermedi. Ve öyle bir ses çıkardılar ki, Rab işitti ve dışarı çıktı: "Bu nedir?" Ölüm ayaklarının dibine düştü: “Tanrım, bana neden kızgınsın? Dokuz yıl boyunca acı çektim: Kendimi ormanlarda sürükledim, üç yıl boyunca yaşlı meşeleri keskinleştirdim, üç yıl boyunca genç meşeleri keskinleştirdim ve üç yıl boyunca en küçük meşe ağaçlarını kemirdim ... Bacaklarımı zar zor sürüklüyorum! - "Hepsi sensin!" Rab askere dedi. - "Suçlu, Tanrım!" - “Pekala, devam et, sırtlarına dokuz yıllık Ölüm giy! (omuzlarda. - bkz. Rusya Bilimler Akademisi Sözlüğü).

Ölüm, at sırtında bir askerin üzerine oturdu. Asker - yapacak bir şey yoktu - onu kendi üzerine aldı, sürdü, sürdü ve yoruldu; bir tütün borusu çıkardı ve koklamaya başladı. Ölüm, askerin burnunu çektiğini görmüş ve ona: "Hizmetçi, ben de biraz tütün koklayayım" demiş. - “İşte üzerinde olanlar! kornaya tırman ve istediğin kadar kokla. - "Peki, kornanı aç!" Asker kapıyı açtı ve içeri yalnızca Ölüm girdi - tam o anda kornayı kapattı ve tepenin arkasına taktı. Seçenek: Rab, askere Ölüm'ü fındıkla beslemesini emretti, böylece daha iyi olacaktı. Bir asker onunla birlikte ormana gitti ve "Boş bir cevize sığmayacaksın!" Ölüm aptalca içeri girdi ve asker (cevizdeki) deliği bir çiviyle tıkadı, somunu cebine sakladı ve eski yerine gitti.. Eski yerine geri döndü ve saatin başında durdu. Rab onu gördü ve sordu: "Ölüm nerede?" - "Benimle". - "Neredesin?" - "Burada, kaçak malın arkasında." - "Peki, göster bana!" - “Hayır, Tanrım, dokuz yaşına gelene kadar göstermeyeceğim: sırtına takmak şaka mı! çünkü kolay değil!” - "Göster bana, seni affediyorum!" Asker boruyu çıkardı ve açtı - Ölüm hemen omuzlarına oturdu. "Süremiyorsan in!" - Rab dedi. Ölüm indi. "Askeri hemen öldürün!" - Rab ona emretti ve - bildiği yere gitti.

"Pekala, asker! - Ölüm diyor, - Duydum - Rab senin öldürülmeni emretti! - "Kuyu? bazen ölmeli! sadece düzeltmeme izin ver." - "Pekala, düzelt!" Asker temiz çarşaf giydi ve tabutu sürükledi. "Hazır?" - Ölüm'e sorar. - "Oldukça hazır!" - "Pekala, tabuta yatın!" Asker, sırtı yukarıda olacak şekilde uzandı. "Bu taraftan değil!" diyor Ölüm. - "Ama nasıl?" - askere sorar ve yanına uzanır. "Evet, öyle değil!" - "Ölmek beni memnun etmeyeceksin!" - ve diğer tarafa uzan. “Ah, sen nesin, değil mi! Nasıl öldüklerini görmedin mi? - "Görmediğim şey buydu!" - "Bırak beni, sana göstereyim." Asker tabuttan atladı ve yerine ölüm düştü. Burada asker kapağı tuttu, hızla tabutu kapattı ve üzerine demir çemberler vurdu; çemberleri nasıl çiviledi - tabutu hemen omuzlarına kaldırdı ve nehre sürükledi. Onu nehre sürükledi, orijinal yerine geri döndü ve saatin üzerinde durdu. Rab onu gördü ve sordu: "Ölüm nerede?" - "Onun nehre girmesine izin verdim." Rab baktı - ve o suda çok uzakta yüzüyor. Rab onu serbest bıraktı. "Neden bir askeri öldürmedin?" "Bak o çok zeki! onunla hiçbir şey yapamazsın." - “Evet, onunla uzun süre konuşmuyorsun; git ve onu öldür!" Ölüm gitti ve askeri öldürdü.

B. Bir zamanlar bir asker vardı ve dünyada uzun süre yaşadı, basitçe söylemek gerekirse - başka birinin yüzyılı ele geçirmeye başladı. Yaşıtları yavaş yavaş öbür dünyaya gönderilir ama asker kendi kulağına gitmez, hani şehirden şehire, oradan oraya sürüklenir. Ve doğruyu söylemek gerekirse - yalan söyleme: Ölüm çoktan dişlerini onun üzerinde keskinleştirdi. İşte Ölüm Allah'a gelir ve bir asker almak için ondan izin ister; dünyada uzun süre yaşadı, onun zamanı ve bilmenin onuru, ölmenin zamanı geldi! Ölüm Tanrısı askeri alsın.

Ölüm öyle bir sevinçle indi ki gökten, ne bir masal anlatılır ne de kalemle anlatılır. Askerin kulübesinde durdu ve kapıyı çaldı. "Buradaki kim?" - "BEN". - "Sen kimsin?" - "Ölüm". - "A! neden şikayet ettin Ölmek istemiyorum." Ölüm, askere her şeyi olması gerektiği gibi anlattı. “Ama Tanrı zaten emrettiyse, o başka bir mesele! Tanrı'nın iradesine karşı gelemezsiniz. Tabutu alın! Kamu hesabına bir asker her zaman ölür. Pekala, arkanı dön, dişsiz!” Ölüm tabutu sürükledi ve kulübenin ortasına yerleştirdi. “Pekala asker, uzan; Bir gün ölmek zorundasın." - "Durdurma! Kardeşini biliyorum, hile yapmazsın. Önce kendin yat. - "Nasılsın?" - "Evet. Makalesiz hiçbir şey yapmaya alışkın değilim; yetkililerin göstereceği şey: frunt - orada mı yoksa başka bir şey mi - yaptığınız şey bu. Ben buna çok alıştım sevgilim! Yeniden eğitilmemeliyim: Yaşlı bir adam oldum!” Ölüm yüzünü buruşturdu ve tabuta tırmandı. Olması gerektiği gibi tabuta yeni yerleşmişti - askeri alıp tabutun kapağını kapattı, bir iple bağladı ve denize attı. Ve uzun, çok uzun bir süre Ölüm, içinde yattığı tabutu fırtına kırana kadar dalgalar boyunca koştu.

Özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz Ölüm'ün yaptığı ilk şey yine Tanrı'dan bir asker almasına izin vermesini istemek oldu. Allah izin verdi. Ölüm yine askerin kulübesine gelmiş ve kapıyı çalmaktadır. Asker eski misafirini tanıdı ve sordu: "Neye ihtiyacın var?" - "Evet, arkandayım dostum! şimdi çıkamayacaksın." - "Yalan söylüyorsun, seni yaşlı şeytan! sana inanmıyorum Birlikte Allah'a gidelim." - "Hadi gidelim". - "Bekle, formayı çıkaracağım." Yola çıktık. Tanrı'ya ulaştı; Ölüm ilerlemek istedi ama asker onu içeri almadı: “Peki, nereye tırmanıyorsun? Üniforma olmadan nasıl cüret edersin ... git? Ben devam edeceğim ve sen bekle! İşte Tanrı'dan bir asker geliyor. "Ne, asker, doğruyu mu söyledim?" - Ölüm'e sorar. - “Yalan söylüyorsun, biraz yalan söyledin. Allah önce ormanları kesmenizi, dağları düzleştirmenizi emretti; ve sonra benimle ilgilen." Ve asker kışlık mahalleye serbestçe gitti ve Ölüm korkunç bir keder içinde kaldı. Bu bir şakamı! Ormanları kesmek, dağları düzlemek küçük bir iş mi? Ve uzun yıllar Ölüm bu işte çalıştı ve asker kendisi için yaşadı ve yaşadı.

Sonunda ve üçüncü kez ölüm asker için geldi ve caydıracak hiçbir şeyi yoktu: asker cehenneme gitti. Geldi ve bir çok insan olduğunu gördü. Daha sonra, sonra yana doğru ve silahın aşırı kilolu olduğu yeri itti ve Şeytan'ın kendisine ulaştı. Şeytan'a baktı ve cehennemde yerleşebileceği bir köşe aramak için uzaklaştı. İşte buldum; Hemen duvara çivi çaktı, mühimmatı astı ve piposunu yaktı. Cehennemde askerden geçit yoktu; kimsenin iyiliğini geçmesine izin vermez: “Yürüme! bakın, hükümet işleri yalan söylüyor; ve kirli olabilirsin. Burada bir sürü insan var!” Şeytanlar ona su taşımasını söylerler ve asker der ki: “Yirmi beş yıl Allah'a ve büyük hükümdara hizmet ettim ama su taşımadım; ve neden bunu düşündün ... Büyükbabana git! Bir askerden şeytan için hayat yoktu; onu cehennemden kurtarmak için, öyle çalışmıyor: "Bana göre," diyor, "burası da iyi!" Böylece şeytanlar bir numara buldular: domuz derisini çektiler ve asker yatar yatmaz alarmı çaldılar. Asker ayağa fırladı ve koştu; ve şeytanlar şimdi arkasından kapıları kapattılar ve bir askeri aldattıkları için çok mutlu oldular! .. Ve o zamandan beri asker şehirden şehre sürüklendi ve bu geniş dünyada uzun süre yaşadı - ama bir şekilde geçen hafta o sadece öldü .

(Nizhny Novgorod'da kaydedildi).

C. Asker, yirmi beş yıl boyunca Tanrı'ya ve büyük hükümdara hizmet etti, üç krakere hizmet etti ve memleketine evine gitti. Yürüdü, yürüdü ve çok düşündü: “Tanrım, Tanrım! Yirmi beş yıl krala hizmet ettim, karnımı doyurdum, giydirdim; ve şimdi ne hale geldin? ve aç ve soğuk; sadece üç kraker var.” Ve zavallı bir dilenci onunla tanışır ve merhamet ister. Asker dilenciye bir bisküvi verdi ve iki tanesini kendine ayırdı. devam etti; biraz sonra başka bir dilenciye rastlar, eğilir ve merhamet ister. Asker buna bir kraker verdi ve yalnız kaldı. Yine yoluna devam etmiş ve üçüncü dilenciye rastlamış: Yaşlı adam ona eğilmiş ve merhamet dilemiş. Asker son krakeri çıkardı ve şöyle düşündü: "Bütün bir kraker vermem, yarısını vermem - belki bu yaşlı adam eski dilencilerle iyi geçinir, onları bir kraker için görür ve gücenir: bu hepsini ona vermek daha iyi, ama bir şekilde idare edeceğim!” Son krakeri verdi ve hiçbir şey kalmadı. Burada yaşlı ona sorar: “Söyle bana iyi adam, ne istiyorsun, neye ihtiyacın var? Sana yardım edeceğim." - "Tanrı seninle olsun! - askere cevap verir, - senden alınacak hiçbir şey yok ihtiyar: sen kendin sefil bir insansın. - “Evet, sefaletime bakmıyorsun; sadece bana ne istediğini söyle, ben de seni erdemin için ödüllendireyim.” - "Hiçbir şeye ihtiyacım yok; ve kartlarınız varsa, onları hatıra olarak verin. Yaşlı, koynundan kartları çıkardı ve askere verdi: “Al,” diyor, “bu kartları kiminle oynarsan oyna, herkesi yeneceksin: evet, işte sana bir çanta: yolda neyle karşılaşırsan karşılaş, ister bu bir hayvan ya da bir kuş ve onu yakalamak istiyorsan çantayı aç ve "Buraya tırman, hayvan ya da kuş!" demen yeterli. - ve her şey senin istediğin gibi yapılacak Seçenek 1 . Asker yirmi beş yıl görev yaptı ve üç jeton kazandı. Anavatanına gider ve on iki havariyle birlikte Rab onunla tanışır. Mesih'e dilenci bir biçimde yaklaşır ve merhamet ister. Asker, "Sana ne verebilirim, yaşlı adam," diyor, "Bir parça ekmeğim yok, işte sana biraz para - uğruna Mesih'i kabul et!" Asker yoluna devam etti ve Rab devam etti, onunla karşılaştı ve sordu: “Söyle bana hizmet ediyor; Ne istiyorsun?" Havariler şöyle der: "Askerler, cennetin krallığını isteyin!" Ve cevap verdi: “Yirmi beş yıl aklımın hizmetinde bulundum ve şimdi başka birinin aklını dinlemek istemiyorum! Bana bir kese tütün ver, - diyor. Rab ona bir kese tütün verdi. Ertesi gün Mesih gelir ve yine de askerden merhamet ister; ona asker ve bir parça para daha verdi. Asker yoluna devam etti ve Rab onu karşılamak için öne çıktı ve tekrar sordu: "Söyle bana uşak, ne istiyorsun?" - "Cennetin krallığını isteyin!" havariler söyle. "Başkasının zihninde yaşamak istemiyorum," diye yanıtladı asker, "bana içinde para olan bir kese ver." Rab ona bir çanta dolusu para verdi. Üçüncü gün Mesih gelir ve askerden tekrar merhamet ister, ona askeri ve hak ettiği son parayı verir. Ve Rab üçüncü kez onu karşılamaya geldi ve sordu: "Söyle bana hizmetkar, ne istiyorsun?" - "Cennetin krallığını isteyin!" havariler söyle. - "Ne öğreniyorsun! - asker öfkeyle bağırdı, - sana başka birinin zihniyle yaşamak istemediğimi söyledi - ve rahatsız etme! Bakın, bir kese tütün, bir kese para için aklımla yalvardım ve ne kadar tütün içersem içeyim, ne kadar para alırsam alayım, her şey azalmaz! Askerin boş bir çantası vardı, bu yüzden onu aldı ve Mesih'e şöyle dedi: "Sözüme göre, dilediğimden daha dolu olsun!" - "Pekala, bırak gitsin!" - İsa dedi ve havarilerle birlikte yola çıktı. Seçenek 2. Asker üç kraker servis etti ve eve gitti. O gider ve Rab onu Havari Peter ile karşılar. "Hizmetçi, bize yiyecek bir şeyler ver!" Asker onlara birer kraker verdi ve üçüncüsünü kendine sakladı. "Teşekkür ederim!" - ve farklı yönlere gittiler. Bunun üzerine Rab, elçi Petrus'a şöyle der: "Git, bir askere yetiş ve Tanrı'dan ne istediğini sor?" Havari Petrus askere yetişir ve asker onu görünce bağırır: “Ne kardeşim, üçüncü kraker için mi gidiyorsun? Bende bir tane kaldı ve sorma - vermeyeceğim! - “Hayır, uşak! Söyle bana, Tanrı'dan ne istiyorsun? - "Ne istiyorsun? evet, sadece bir deste kart ve bir şeye bakıp şunu söylesem bile: Tanrı'nın sözüne göre, el çantanıza girin! - böylece her şey oraya gider ve tırmanır.. - "Teşekkürler" dedi asker, kartları ve çuvalı alıp yoluna devam etti.

Yakın, uzak, uzun, kısa yürüdü ve bir göle geldi ve o gölde üç yaban kazı yüzüyordu. Bunun üzerine asker şöyle düşündü: “Çuvalımı deneyeyim!” Çıkardı, açtı ve “Ey yaban kazları! çantama uç." Ve bu sözleri söyler söylemez kazlar gölden havalandı ve doğruca çuvalın içine uçtu. Asker çuvalı bağladı, omuzlarına aldı ve yola koyuldu. Yürüdü, yürüdü ve şehre geldi. Meyhaneye tırmandı ve sahibine şöyle dedi: "Bu kazı al ve beni akşam yemeğinde kızart, diğer kazı zahmetin için sana vereyim ve üçüncüyü benim için votka ile değiştireyim." Burada bir asker bir tavernada oturur ve kendini şımartır: şarap ve kaz içip yemek yiyecek. Ve pencereden dışarı bakmayı kafasına aldı: diğer tarafta büyük bir saray var, sadece sarayın tamamında tek bir cam bile yok. "Dinle" diye sorar sahibine, "bu nasıl bir saray ve neden boş?" - “Evet, görüyorsunuz,” diyor sahibi, “kralımız bu sarayı kendisi için yaptırmış ama içinde yaşayamazsınız; Yedi yıldır boştu! tüm kötü ruhlar dışarı çıkıyor! Her gece şeytani bir ev sahibi orada toplanır, gürültü yapar, dans eder, kart oynar ve her türlü pisliği yapar. Böylece asker kralın yanına gitti. “Majesteleri! izin ver, - der, - boş sarayında bir gece geçireyim. - “Sen nesin, hizmet! - Kral ona der ki, - Tanrı seninle! öyle cüretkarlar vardı ki, geceyi bu sarayda geçirmeyi taahhüt ettiler ama yaşayan tek bir canlı bile savrulup dönmedi! - “Muhtemelen Rus askeri ne suda batar ne de ateşte yanar. Tanrı'ya ve büyük hükümdara yirmi beş yıl hizmet ettim ama ölmedim; yoksa seninle bir gecede ölürüm!" "Size söylüyorum: canlı bir insan akşam oraya gidecek ve sabah sadece kemik bulacaklar." Asker yerinde duruyor: bırak gitsin saraya girsin. "Pekala" der kral, "Tanrı ile git, istersen geceyi geçir; Senin iradeni elinden almıyorum."

Saraya bir asker geldi ve en geniş odaya yerleşti; sırt çantasını ve kılıcını çıkardı, sırt çantasını bir köşeye koydu ve kılıcı bir karanfile astı; masaya oturdu, bir kese tütün çıkardı, piposunu doldurdu ve kendi kendine içti. Tam olarak saat on ikide - nereden geldi - şeytanlar gözle görülür ve görünmez bir şekilde saraya koştu; kargaşa, bağırma, dans, müzik. "Ve sen, uşak, buradasın! şeytanlar bağırdı. - Neden şikayet ettin? Bizimle kağıt oynamak ister misin?" - “Neden istemiyorsun! sadece, dikkat et, kartlarımı oyna. Şimdi kartlarını çıkardı ve teslim etti. Oynamaya başladılar; oynadıklarında - asker kazandı, diğerinde - yine asker kazandı; şeytanlar ne kadar kurnaz olurlarsa olsunlar, bütün parayı askere harcamışlar: o kendini harap ettiğini biliyor! "Bekle kul" der şeytanlar, "hala altmış çeyrek gümüşümüz ve kırk altımız var, hadi bu gümüş ve altın için seninle oynayalım!" - ve gümüş taşımak için küçük bir şeytan gönderirler. Tekrar oynamaya başladılar, asker her şeyi yendi: şeytan sürüklenip sürüklendi, tüm gümüşleri sürükledi ve yaşlı şeytana şöyle dedi: "Büyükbaba, artık yok!" - "Sürükle, vur, altın!" Burada altını sürükledi ve sürükledi, bütün bir köşeyi doldurdu ama hiçbir anlamı yoktu, tüm askerleri yendi. Şeytan parasına üzüldü; işte buradalar, hadi askere inelim ama nasıl kükreyecekler: “Onu parçalayalım kardeşler! hadi yiyelim!" - "Kimin kimi yediğini göreceğiz!" - diyor asker, çuvalı aldı, açtı ve sordu: "Bu nedir?" - "Çuval", - der şeytanlar. - "Peki, Tanrı'nın sözüne göre, çuvalın içine tırmanın!" Az önce dedi - ve şeytanlar çantaya tırmandı; evet, birçoğu var, neredeyse birbirlerini eziyorlar! Asker çuvalı daha sıkı bağlayıp duvardaki bir çiviye astı; ve uykuya daldı.

Sabahleyin kral halkını gönderir: “Gidin, ziyaret edin - askere ne oluyor? Kötü ruhlardan kaybolduysa, kemiklerini temizleyin! İşte başlıyoruz; saraya gelirler - ve asker neşeyle üst odalarda dolaşır ve pipo içer. "Hey, hizmetçi! seni canlı görmeyi beklemiyordum! Peki geceyi nasıl geçirdin, şeytanlarla aran nasıldı? - "Ne oluyor be! Onlardan ne kadar gümüş ve altın kazandığıma bir bak, ne yığınlar olduğunu görüyorsun!” Çarın halkı baktı ve kızdı ve asker onları cezalandırdı: "Kardeşler, iki demirciyi hayata geçirin ki yanlarına bir demir levha ve çekiç alsınlar." Hızlı bir şekilde demirhaneye koştular ve işi çabucak yaptılar. Demirciler ağır çekiçlerle demir levhalarla geldiler. "Hadi," der asker, "şu çuvalı çıkar ve demirhane gibi vur." Demirciler çuvalı çıkarmaya başladılar ve kendi aralarında “Bakın ne kadar ağır! şeytanlar - içinde bir şey var mı! ” Ve şeytanlar cevap verir: “Biz babalar! biz sevgililer!” Şimdi demirciler çuvalı demir levhanın üzerine koyup demir döver gibi çekiçle vuralım. Şeytanlar için çok gerekliydi, dayanılmaz hale geldi: “Merhamet et! - bağırdılar, - serbest bırak, özgür dünyaya hizmet et, seni sonsuza kadar unutmayacağız; ve bu sarayda tek bir şeytanın ayağı yok ... herkese emredeceğiz, ondan yüz mil koşacağız! ” Asker demircileri durdurdu ve sadece çuvalı çözdü - şeytanlar gülmeye başladı ve tartarara'ya bakmadan yeraltı dünyasına doğru yola çıktı. Ve asker kaçırmadı, yaşlı bir şeytanı yakaladı, pençesini kana kesti: "Bana sadakatle hizmet edeceğine dair bir makbuz ver," diyor! Necis olan ona kendi kanıyla bir imza yazıp verdi ve kayaklarını biledi. Şeytanlar cehenneme koştu, hem yaşlı hem de küçük tüm kötü ruhları alarma geçirdi; şimdi fırının etrafına nöbetçiler yerleştirildi ve bir şekilde çuvallı bir asker oraya gitmesin diye kesin bir şekilde koruma emri verildi.

Bir asker kralın yanına geldi. Falanca, der, sarayı şeytanın saplantılarından temizledi. "Teşekkür ederim" der kral ona, "benimle yaşamaya devam et, kardeşim yerine seni onurlandıracağım." Asker yaşamak için kralın altında kaldı Seçenek 1 . Yaşadı ve yaşadı ve onun için ölme zamanı gelmişti. Rab onun ruhunu almak için melekler gönderir. Burada melekler bir askerin ruhunu aldılar, çetin sınavlardan geçirdiler ve Tanrı'ya sordular: Bu ruhu nereye sipariş edecek - cennete mi cehenneme mi? "Onu sonsuz eziyete sokun," dedi Rab, "cennetin krallığından kendisi vazgeçti!" Askere sonsuz azap çektirirler. Bu yüzden etrafına baktı ve gördü: sıcak katran kazanları ortalıkta asılıydı ve kazanlarda günahkâr ruhlar ağlayarak ve dişlerini gıcırdatarak işkence görüyordu. Şeytanlar askerin etrafını sardı: "Asker, kazana gitme vaktin geldi!" - "Beni bir kazanla korkutamazsın, ama en iyisi kart oynayalım." - “Yok kardeşim yeter! Seninle oynamayacağız." - "Ama yalan söylüyorsun: oynamaya başlayacaksın, sadece sana bir çanta göster ...". - "O seninle mi?" - "Benimle". Şeytanlar korktu: "Hadi asker, kartlar!" Böylece günahkar ruhlar üzerinde oynamaya başladılar. asker kazandı. "Pekala, artık burada patron sensin!" şeytanlar ona söyledi. Ve buna sevindi, bütün günahkar ruhları kazanlardan salıverdi, onları bir asker gibi üç sıra halinde inşa etti ve onları doğruca cennetin kapılarına götürdü. "Kapıyı aç!" asker bağırır. Elçi Petrus şöyle der: "Bekle, gidip Tanrı'dan isteyeceğim." "Daha önce ne düşünüyordun?" Elçi Petrus Tanrı'ya gitti: “Rab! - der ki, - bir asker cennet kapılarına geldi ve beraberinde cehennemden bir sürü günahkâr can getirdi. - "Ondan bir fatura al, ama Samago'nun cennete gitmesine izin verme." Burada elçi Petrus cennetin kapılarını açtı ve ruhları birer birer almaya başladı. Ve asker: “Ah kardeşim, saymayı bile bilmiyorsun! ve işte böyle sayıyorsunuz: bir, iki, üç - oraya gidin! bir, iki, üç - ve ben oradayım! - ve cennete tırmandı; Havari Petrus onu elinden tuttu: “Hayır, diyor, bekle! sen kendin cennetin krallığını dilemedin ve kendini suçladın! Seçenek 2. Bir askeri cehenneme koymuşlar, şeytanın iki büyük anahtarı olduğunu görmüş ve sormuş: "Bu anahtarlar ne?" - "Biri kazandan, diğeri soğuk odadan." - "Ve sonra ne?" - "Günahkar ruhlar kazanda kaynar ve soğuk odada donarlar ..." - "Hadi bu anahtarlar için kart oynayalım!" - "Haydi!" Asker anahtarları kazandı ve tüm günahkar ruhları serbest bıraktı. Şeytan geldi: “Kul! günahkar ruhları nerede yaptın? Asker göğsünü işaret ederek şöyle der: "Vay canına, seni günahkar ruh!" Şeytan yoldaşlarına koştu: “Kardeşler! asker bütün günahkâr ruhları yedi! belki bize gelir." Sonra onu cehennemden kovdular. Kazandan ve soğuk üst odadan salıverilen tüm günahkarların askerlerini topladı ve onları cennetin krallığına götürdü. "Kim gider?" - askere sor. - "Günahkar ruhlarla birlikteyim." - "Günahkarlar buraya kabul edilmez: işte cennet!" - "Sonunu biliyorum, bundan daha ileri gitmiyorum ..."; Her şeyi bol, tavuklar parayı gagalamaz ve evlenmeye karar verir. Evlendi ve bir yıl sonra Tanrı ona bir oğul verdi. Bu çocuğun hastalığına olan buydu, ama böyle - kimse tedavi edemez; o kadar doktor geçti ki, beş para etmez. Ve asker, kendisine makbuz veren o yaşlı şeytanı düşündü ve makbuzda şöyle yazdı: Ben her zaman senin sadık hizmetkarın olacağım; kafasına aldı ve şöyle dedi: "Benim yaşlı şeytanım nereye gitti?" Birdenbire aynı şeytan karşısına çıktı ve sordu: "Efendiniz ne istiyor?" - "Ve olay şu: oğlum hastalandı, onu nasıl iyileştireceğinizi biliyor musunuz?" Şeytan cebinden bir bardak çıkarıp soğuk suyla doldurdu ve hastanın başına koydu ve askere dedi ki; "Hadi, suya bak." Asker suya bakar ve şeytan ona sorar: "Peki, ne görüyorsun?" - "Görüyorum: Oğlumun ayaklarının dibinde Ölüm duruyor." - “Ayağa kalkarsan sağlıklı olursun; ve eğer Ölüm kafalarında olsaydı, o zaman kesinlikle ölürlerdi. Sonra şeytan bir bardak su alıp askerin oğlunun üzerine serpti ve o anda sağlığına kavuştu. Bana bu bardağı ver," dedi asker, "daha fazlasına ihtiyacın yok." Şeytan ona bir bardak verdi ve asker imzayı geri verdi. Asker şifacı oldu, boyarları ve generalleri tedavi etmeye başladı; sadece cama bakın - ve şimdi diyecek: kim ölecek, kim iyileşecek.

Kralın kendisi hastalandı; asker denir. Bu yüzden bir bardağa soğuk su döktü, kralın kafasına koydu, baktı - ve Ölüm'ün tam orada, kafaların içinde olduğunu gördü. Ve asker şöyle der: “Majesteleri! kimse seni iyileştiremez. Ölüm zaten zihinlerdedir; sadece üç saat ve yaşamak zorundasın!” Kral bu konuşmaları işitmiş ve askere çok kızmış: “Nasıl yani? - ona bağırdı, - birçok boyar ve generali iyileştirdin, ama beni istemiyor musun? Şimdi idam edilmeni emredeceğim!” Burada asker düşündü ve düşündü: ne yapmalı? ve Ölüm'e sormaya başladı: “Yaşımı krala ver ve öldür beni; yine de ölmem gerekecek - acımasız bir infaza katlanmak yerine kendi ölümümle ölmek daha iyidir! Cama baktı ve Ölüm'ün kralın ayaklarının dibinde durduğunu gördü. Sonra asker su aldı ve krala su serpti: tamamen sağlıklı hale geldi. "Peki, Ölüm! - der asker, - bana en az üç saat ver, sadece eve git ve karımla oğluma veda et. - "Gitmek!" Ölüm cevaplar. Asker eve geldi, yatağa uzandı ve çok hastalandı. Ve Ölüm onun yanında duruyor: “Pekala, uşak! bir an önce vedalaş, dünyada yaşaman için sadece üç dakikan kaldı. Asker gerindi, başının altından çuvalını çıkardı, açtı ve sordu: “Bu nedir?” - Ölüm cevaplar: "Çuval". - "Peki, eğer çuvalsa, o zaman içine tırmanın!" Ölüm sağ çantaya ve hışırdadı. Asker - rahatsızlığın gittiği yerde - yataktan fırladı, çuvalı sıkıca bağladı, omuzlarına attı ve Bryansk'ın yoğun ormanlarına gitti. Gelip bu çuvalı en tepesine acı bir titrek kavağa astı ve eve döndü.

O zamandan beri insanlar ölmedi: doğmak - doğmak ama ölmemek! Uzun yıllar geçti, asker tüm çantaları çıkarmadı. Ve şehirde dolaşmaya başladı. Yürüyor ve bir tür eski yaşlı kadın onunla tanışıyor: rüzgar hangi yönde esiyor, o yöne düşüyor. “Bak ne yaşlı bir kadın! - dedi asker, - Çay, uzun zamandır ölme zamanı! - "Evet baba! -Yaşlı kadın cevap verir, -Ölme vaktim geldi, -Ölüm'ü bir çantaya koyduğun anda bile, bu dünyada ömrümden sadece bir saat kalmıştı. Dinlenmekten memnuniyet duyarım, ama Ölüm olmadan dünya kabul etmez ve siz, bunun için Tanrı'dan affedilemez bir günah için hizmet ediyorsunuz! ne de olsa dünyadaki tek bir kişi bile benim gibi acı çekmiyor! Böylece asker şöyle düşünmeye başladı: “Görünüşe göre Ölüm serbest bırakılmalı; beni öldürsün ... Ve onsuz, çok günahım var; yani şimdi daha iyi, hala güçlüyken, öbür dünyada azap çekeceğim; ama çok yaşlandıkça, acı çekmek daha kötü olacak. Toplandım ve Bryansk ormanlarına gittim. Kavağa yaklaşır ve görür: bir çuval yüksekte sallanır ve onu rüzgarla farklı yönlerde sallar. "Ve ne, Ölüm, canlı mı?" - askere sorar. Bir çantadan zar zor ses çıkarıyor: "Yaşıyor baba!" Asker çuvalı çıkarıp Ölüm'ü çözer ve serbest bırakır ve yatağa uzanır, karısı ve oğluyla vedalaşır ve Ölüm'den onu öldürmesini ister. Ve kapıdan dışarı koştu, Tanrı bacaklarını korusun: "Bırak," diye bağırıyor, "şeytanlar seni öldürecek, ama seni aç bırakmayacağım!"

Asker hayatta ve iyi durumda kaldı ve şöyle düşündü: "Doğruca cehenneme gideceğim: şeytanların beni kaynayan katrana atmasına ve üzerimde hiçbir günah kalmayana kadar pişirmesine izin verin." Herkese veda ettim ve elimde bir çantayla doğruca cehenneme gittim. Yakın - uzak, alçak - yüksek, sığ - derin yürüdü ve yine de yeraltı dünyasına geldi. Bakıyor ve nöbetçiler cehennemin etrafında duruyor. Sadece o kapıdadır ve şeytan sorar: "Kim geliyor?" - "İşkence için sana günahkâr ruh." - "Peki neyin var?" - "Torba". Şeytan avaz avaz bağırdı, alarm verdi, bütün kötü ruhlar koşarak geldi, hadi bütün kapı ve pencereleri sağlam kilitlerle kilitleyelim. Bir asker cehennemin etrafında dolanır ve cehennemin prensine bağırır: “Lütfen cehenneme girmeme izin verin; Günahlarımın cezasını çekmen için sana geldim.” - “Hayır, seni içeri almayacağım! bildiğin yere git; burada sana yer yok." - “Eğer acı çekmeme izin vermezsen, bana iki yüz günahkâr ruh ver; Onları Tanrı'ya götüreceğim, belki Tanrı beni bunun için affeder!” Pekelny prensi cevap verir: "Sana kendimden elli ruh daha ekleyeceğim, defol buradan!" Şimdi iki yüz elli canın sayılmasını ve asker görmesin diye arka kapıdan çıkarılmasını emretti. Daha erken olmaz dedi ve bitirdi. Askerler günahkar ruhları aldı ve onları cennete götürdü. Havariler Rab'bi gördüler ve bildirdiler: "Falanca bir asker cehennemden iki yüz elli can getirdi." - "Onları cennete götür ama askeri bırakma." Sadece asker çuvalını günahkar bir ruha verdi ve şöyle emretti: “Göksel kapılardan nasıl girdiğine bak - şimdi söyle; tırman, çantadaki asker! Burada cennet kapıları açıldı, ruhlar oraya girmeye başladı, çuvallı günahkar bir ruh girdi ve askeri sevinçle unuttu. Böylece asker kaldı, tek bir yere vurmadı. Ve bundan uzun süre sonra geniş dünyada yaşadı ve yaşadı, ancak daha geçen gün öldü.

(Hepsi V. I. Dahl koleksiyonundan ödünç alınmıştır).

16 numaraya not.Ölüm burada soyut bir kavram değil, en eski fikre göre yaşayan, kişileştirilmiş bir kavramdır; bunu başka bir efsanede ("The Hermit" - No. 21) ve aşağıda daha ayrıntılı olarak tartışılacak olan Alman masallarında ve ünlü "İnsan Gücü Masalı" nda (başlangıçta: ") böyle görüyoruz. Belli bir adam temiz bir tarlada, geniş bir alanda ilerliyor, altındaki at, güzelliğe sahip, üst üste bindirilmiş, hayvan şeklinde ... "). 17. ve 18. yüzyıllara ait pek çok elyazmasında bu hikâyeye rastlanır; okuryazar insanların en sevdiği okumaları besteleyerek sözlü efsanelere ve popüler baskılara geçti. İşte savaşçı Anika hakkında, koleksiyonumuzda kaydedildiği şekliyle bir halk hikayesi:

Bir zamanlar savaşçı Anika yaşarmış; bir yıl ile yirmi yıl yaşadı, içti ve yedi, gücüyle övündü, esnaf ve çarşıları mahvetti, tüccarları ve boyarları ve her türden insanı dövdü. Ve savaşçı Anika, Tanrı'nın kiliselerini yok etmek için Kudüs şehrine gitmeye karar verdi; bir kılıç ve bir mızrak aldı ve yüksek bir yolda açık bir alana çıktı. Ve onunla tanışmak için keskin bir tırpanla Ölüm Seçenek: Savaşçı Anika, temiz tarlalardan, karanlık ormanlardan geçti, kimseyle karşılaşmadı, gücünü deneyecek kimse yoktu. "Kiminle savaşacaktım? - diye düşünür savaşçı Anika, - keşke Ölüm gelse. Bak - ona korkunç bir misafir geliyor: sıska, kuru, çıplak kemikler! elinde orak, tırpan, tırmık ve kürek taşır.. “Ne canavar! - der savaşçı Anika, - sen kral mısın prens; kral kralın oğlu mu? - "Ben bir kral-çareviç değilim, bir kral-prens değilim, ben senin Ölümünüm - senin için geldim!" - "Acı verecek kadar korkutucu değil: Küçük parmağımla hareket edeceğim - seni ezeceğim!" - “Övünme, önce Allah'a dua et! Dünyada ne kadar cesur güçlü kahraman olursa olsun, hepsini yendim. Hayatında kaç kişiyi yendin! - ve bu senin gücün değildi, o zaman sana yardım ettim. Savaşçı Anika sinirlendi, tazı atını Ölüm'ün üzerine saldı, onu bir şam mızrağıyla kaldırmak istedi; ama el hareket etmiyor. Büyük bir korku ona saldırdı ve savaşçı Anika şöyle dedi: “Benim ölümüm Ölümdür! bana bir yıl ver." Ölüm cevap verir: "Senin altı ay bile cezan yok." - “Ölüm Ölümdür! bana en az üç ay ver.” “Üç hafta boyunca vaktin yok.” - “Ölüm Ölümdür! En az üç gün verin." "Üç saat için vaktin yok." Ve savaşçı Anika şöyle der: "Çok fazla gümüş, altın ve değerli taşlarım var: bana en az bir saat verin, tüm mal varlığımı fakirlere veririm." Ölüm cevap verir: “Özgür dünyada nasıl yaşadın, o zaman neden malını fakirlere dağıtmadın? Tek bir dakika bile sizin için zaman yok! Ölüm keskin bir tırpanla savruldu ve savaşçı Anika'yı devirdi: atından düştü ve öldü 21 numaralı ("The Hermit") altındaki efsaneyle karşılaştırın..

Popüler Rus inançları, Ölüm'ü sonsuza dek aç, tüm canlıları yiyip bitiren olarak temsil eder; efsanenin bizim tarafımızdan basılan ilk listesinde - bir asker onu birkaç yıl boyunca bazı orman ağaçlarını kemirmeye zorladığında, Ölüm o kadar zayıfladı ki bacaklarını zorlukla hareket ettirebildi.

Cehennemde iblisler askerden o kadar bıkmışlar ki, uzun süre ondan nasıl kurtulacaklarını bilememişler ve sonunda onu bu sıcak yerden çıkarıp davula alarm çalarak çağırdılar.

Denizci Pronka hakkında da benzer bir hikaye var:

Bir denizci Pronka vardı; hizmeti boyunca sert bir ayyaş olarak biliniyordu: onun için bir bardak yarım yudumdu ve vadiyi iki dozda dinlenmeden boşalttı. Ona ne söylersen söyle, sadece şunu duyacaksınız: “İç ve meseleyi anla! sarhoş ve akıllı - içinde iki toprak var! ayyaş fazla uyur, aptal asla!" Nitekim meseleyi anladı, çalışmayı reddetmedi, her zaman doğruyu söyledi ve herkes onu sevdi ve ona değer verdi. Bir keresinde Büyük Oruç sırasında rahip ona şöyle demeye başladı: “Pronka, sen Tanrı'dan korkmuyorsun! Saat eşit değil - şerbetçiotu içinde öleceksin; çünkü ölüm uzak değil! Öyleyse, Tanrı'nın önünde sarhoşken ne diyeceksin?” Ve cevap verdi: “Baba! Ayığın aklından geçen sarhoşun dilindendir: O halde bütün gerçeği Tanrı'nın önünde söyleyeceğim. Rahibin dediği gibi, öyle oldu. Pronka ne - bilmiyorum - sevinçlerle çok içti, ama görünüşe göre kendine çok güvendi, direğe tırmandı ve oradan doğruca suya düştü. Yazıldığı gibi, öbür dünyaya sarhoş geldi ve nereye gideceğini bilmiyor mu? ve orada, iyi bilinen bir şey ve ayık bir karanlık için; çok sarhoş bir şey sadece sorun! Böylece sıralama ve yoklama gitti, kim nereye; talihsiz denizciler - herkesin cennete atandığı ve Pronka'nın orada bağırıldığı biliniyor. Ve kendi kendine kaynadı, kalabalığa karıştı ve cehenneme gitti; orada en çok gürültüyü o yapar, sadece başkalarının işine karışır... Onu cehennemden çıkarmak çok zahmetliydi; bununla uzun süre baş edemedi; evet, diye tahminde bulundu Nikola Morskoy, kayıkçının piposunu aldı, cennetin kapılarında durdu ve şaraba ıslık çaldı. Pronka'nın duyduğu gibi, hemen cehennemden fırladı ve tam o anda olması gereken yerde göründü.

(V. I. Dahl koleksiyonundan).

"Asker ve Ölüm" efsanesinin üçüncü listesinde yer alan detaylar ise özellikle ilgi çekici. Bu ayrıntılar, Alman peri masalı "Bruder hustig"de bulduğumuz ayrıntılara tamamen benzer (bkz. Kinder- und Hausmärchen, bölüm 1, no. 81); askerin nasıl harika bir çuval (sırt çantası) aldığı, içine şeytanları nasıl kapattığı ve terk edilmiş sarayı kötü ruhlardan nasıl kurtardığı hakkında hem burada hem de orada hikaye aynıdır. Ancak Alman masalında, bir çuvalın içine düştüğü ve birkaç yıl ormanda bir titrek kavak üzerinde asılı kaldığı Ölümle ilgili bir numara yoktur; üstelik sonda şu değişikliği buluyoruz: bir asker cennet kapılarına gelir ve kapıyı çalar. O zaman St. Peter. "Cennete gitmek istiyor musun?" elçi sorar. "Cehenneme kabul etmediler" der asker, "cennete gideyim." "Hayır, buraya gelmeyeceksin!" - “Pekala, beni içeri almak istemiyorsan, sırt çantanı geri al; Senden hiçbir şey istemiyorum." Ve bu sözlerle birlikte çantasını cennetin kafesinden, St. Peter çantayı aldı ve sandalyesinin yakınına astı. Sonra asker, "Artık sırt çantamda kendim olmak istiyorum" dedi. Ve bir anda kendini orada buldu ve St. Peter onu cennette bırakmak zorunda kaldı.

Ayrıca, Rus efsanesinde, şeytanın bir askere iyileşmeyi nasıl öğrettiğine dair epizodik bir hikayeyle karşılaşıyoruz: ona - içine soğuk su döküp hastanın yanına koyarsanız - kesinlikle göreceğiniz sihirli bir bardak verdi. Ölümün hastanın başında veya ayaklarının dibinde durduğu yerde: ikinci durumda, kişinin üzerine bir bardaktan su serpmesi yeterlidir - ve o anda sağlıklı ve zarar görmeden ayağa kalkacaktır. Bu ilginç bölüm, Almanlar arasında özel bir peri masalı olan "Der Gevatter Tod"da geliştirilmiştir (Grimm Kardeşler'in masal koleksiyonunda, bölüm 1, no. 44):

Bir zamanlar fakir bir adam varmış, on iki çocuğu varmış; ve ailesini beslemek için gece gündüz çalıştı. On üçüncü çocuğu doğduğunda, artık muhtaç durumda kendine nasıl yardım edeceğini bilmiyordu; ana yola çıktı ve ilk tanıştığı kişiyi vaftiz babası yapmaya karar verdi. Tanıştığı ilk kişi Rab'bin kendisiydi; kalbinde ne olduğunu bilerek, "Senin için üzülüyorum ve çocuğunu vaftiz etmek istiyorum, onunla ilgileneceğim ve onu mutlu edeceğim" dedi. - "Ama sen kimsin?" - "Ben Tanrı'yım." - “Hayır, seni vaftiz baba olarak kabul etmeyeceğim; zenginin geçimini sağlıyor, fakiri aç bırakıyorsun.” Fakir adam, Allah'ın hem zenginliği hem de yoksulluğu ne kadar akıllıca dağıttığını bilmediği için böyle dedi. Döndü ve yürüdü. Şeytan onunla tanışır ve şöyle der: “Beni çocuğunun vaftiz babası olarak al; Ona yığınla altın ve hayatın bütün zevklerini vereceğim.” - "Ve sen kimsin?" - "Ben şeytanım". - "Hayır, bir kişiyi baştan çıkarır ve aldatırsınız." Yola devam edin; kemikli Ölüm gelir ve "Beni vaftiz babası olarak kabul et" der. - "Sen kimsin?" diye sorar fakir adam. - "Ben herkesi eşitleyen Ölüm'üm." - “Evet, adilsin; zengin fakir ayrımı yapmazsan vaftiz babam olursun. Belirlenen günde Ölüm geldi ve vaftiz yapıldı. Oğlan büyüdüğünde bir gün vaftiz babasını ziyarete gitti. Ölüm onu ​​ormana götürdü, orada büyüyen belirli bir otu işaret etti ve şöyle dedi: “İşte vaftiz babanızdan bir hediye. Seni harika bir doktor yapacağım. Seni hastalara her çağırdığında, beni göreceksin: eğer hastaların zihninde duruyorsam, o zaman cesaretle onu iyileştirebileceğini söyle; ona bu bitkiyi ver ve iyileşecek. Ama hastanın ayaklarının dibinde durursam - o benim Rus efsanesinde bunun tersi doğrudur: Ölüm hastanın ayaklarının dibindeyse iyileşir ve kafasındaysa ölür. Aynısı, Bay Maksimovich'in "İnsan ve Ölüm" hakkında kaydettiği hikaye için de geçerlidir (aşağıya bakınız).. O zaman tüm yardımların boşa gideceğini ve dünyadaki hiçbir ilacın onu kurtaramayacağını söylemelisiniz. Kısa bir süre içinde, hastaya tekrar sağlıklı olup olmayacağından emin olmak için sadece bakması gereken yeni ve şanlı bir doktor hakkında söylentiler her yere yayıldı. Her taraftan onu hasta çağırdılar, ona çok altın verdiler ve kısa sürede zengin oldu. Bu sırada kral hastalandı. Doktoru aradılar ve iyileşmenin mümkün olup olmadığını sordular. Hasta adamın başucunda göründüğünde, Ölüm ayaklarının dibinde durdu ve hiçbir ilaç ona yardım edemedi. "Bir kez olsun Ölüm'ü alt edemez miyim? diye düşündü doktor. - Elbette hoşuna gitmeyecek; ama onun vaftiz oğlu olmam boşuna değil ve kesinlikle parmaklarının arasından bakacak; İzin ver deneyeyim." Kralı kaldırdı ve hastanın kafasına Ölüm gelecek şekilde yere yatırdı; hemen ona şifalı otları verdi ve kral tamamen iyileşti. Ölüm doktora yaklaştı, yüzü asık ve sinirliydi; parmağını salladı ve “Beni kandırdın; bu sefer seni affediyorum çünkü sen benim vaftiz oğlumsun; ama dikkat et! Bir dahaki sefere aynısını yapmaya çalışırsan, seni kendin götürürüm!

Kısa süre sonra, kralın kızı ciddi bir hastalığa yakalandı: bu onun tek çocuğuydu, gece gündüz ağladı ve her yerde ilan edilmesini emretti: Prensesi ölümden kim kurtarırsa kocası olacak ve tüm krallığı miras alacak. Doktor hastanın başucunda belirdi, baktı - Ölüm prensesin ayaklarının dibinde duruyordu. Vaftiz babasının onu nasıl uyardığını hatırladı; ama prensesin inanılmaz güzelliği ve kocası olmanın mutluluğu tüm korkuları dağıttı. Ölümün ona kızgın bakışlar attığını ve parmağını salladığını, hasta kadını kaldırıp ayaklarını başlığa dayadığını, ona şifalı bitkiler verdiğini görmedi - tam o anda yanaklarında bir kızarıklık belirdi ve hayat ona yeniden döndü.

İkinci kez kandırılan Ölüm, şifacıya yaklaştı ve "Şimdi sıra sende" dedi; buz gibi eliyle onu o kadar sıkı tuttu ki dayanamadı ve onu bir yer altı mağarasına götürdü. Orada sınırsız sıralar halinde yanan binlerce mum gördü: hem büyük hem de yarı yanmış ve küçük olanlar. Her an bir kısmı sönüyor, bir kısmı yeniden alevleniyordu, öyle ki ışıklar bu aralıksız değişimler sırasında bir yerden bir yere uçuyor gibiydi. "Bak," dedi Ölüm, "bunlar yanan insan hayatları. Büyük mumlar çocuklara, yarı yanmış orta yaşlılara, küçük mumlar yaşlılara aittir. Ancak çoğu zaman hem çocuklara hem de genç erkeklere küçük bir mum verilir. Doktor kendi hayatının nerede yandığını göstermesini istedi. Ölüm ona, yakında sönmekle tehdit eden küçük bir koçan işaret etti; "İşte bak!" “Ah, sevgili vaftiz baba! - dehşete kapılmış doktor dedi, - benim için yeni bir mum yak, hayatın tadını çıkarayım, bir kral ve güzel bir prensesin kocası olayım. "İmkansız," diye yanıtladı Ölüm, "yenisini yakmadan önce eskisini söndürmek gerekir." - "Ve bu yanan kalıntıyı yeni bir mumun üzerine koyuyorsunuz - böylece sönmeye başlar başlamaz hemen yansın." Ölüm, vaftiz oğlunun arzusunu yerine getirmek istiyormuş gibi yaptı, yeni bir büyük mum aldı, ancak üzerine eski bir cüruf koyarak intikam almak için bilerek düşürdü; alev söndü ve aynı anda doktor yere düştü ve ölümün avı oldu. (Ayrıca bkz. Deutsche Hausmärchen, von I. W. Wolf, s. 365: "Das Schloss des Todes").

Benzer bir hikaye Macarlar arasında da bilinmektedir (bkz. Ungarische Volksmärchen. Nach der aus Georg Gaals Nachlacc herausgegebenen Urschrift übersetzt von g. stier, s. 30-33); sadece sonu farklı Ölüm, yeni doğmuş bir bebeği fakir bir adamda vaftiz eder; vaftiz töreninde sarhoş ve neşeli, vaftiz babasına, son nefeslerinde olsalar bile hastaları iyileştirmek için mucizevi bir güç bahşeder: hasta, ölmekte olan bir kişinin yatağına dokunduğu anda veya yatağının önünde durduğu anda, hasta hemen iyileşir; amin dediği zaman kendisi ölmeli. Eski fakir adam doktor olur ve kısa sürede zengin olur. Birkaç yıl geçti ve Ölüm'ü ziyaret etmeye karar verdi. Daha yeni yola çıkmıştım ki ağlayan bir çocukla karşılaştım; onu yanına aldı ve sordu: "Neye ağlıyorsun?" "Ah," dedi çocuk, "nasıl ağlamam? babam beni çiviledi - çünkü duada tek bir kelime bilmiyorum. - "Bu kelime ne? Babamız?" - "Hayır bu değil!" Doktor tüm duayı sonuna kadar okudu ama cevap aynıydı: "Hayır, o değil!" - "Doğru: amin?" dedi sonunda. - "Evet," dedi Ölüm (ağlayan bir çocuk kılığında görünen oydu), "evet, amin! .. ve sana, vaftiz babası, amin!" Ve hemen öldü; oğulları tüm serveti kendi aralarında paylaştılar ve eğer ölmedilerse, o zaman hala bu dünyada yaşıyorlar.

Bay Maksimovich, bir köylü ve Ölüm hakkında, içeriğin aynı olduğu, ancak ortamın ve ayrıntıların farklı olduğu bir Rus halk hikayesi kaydetti (bkz. Üç Peri Masalı ve Bir Masal. Kiev, F. Gliksberg tarafından basılmıştır, 1845, s. 45-48):

Adam saman kesiyordu. Aniden tırpan bir şeye takıldı ve çaldı. "Bir taşın üzerinde tırpan buldum!" - dedi adam. - "Evet, öyle görünüyor!" - dedi kedi. Adam bakar: höyük yükselir, yanar - ve ölüm ondan oldu. Korkarak tırpanını ona doğru savurdu. "Beklemek! - der Ölüm, - şal atma, sana faydalı olurum; seni doktor yapacağım; sadece bak, ayağımın dibine koyacağım kişilere iyi bak; mutlaka iyileşeceksin; beni birinin kafasında görürsen reddet. Bunu söyledikten sonra Ölüm ortadan kayboldu. Köylü Moskova'ya gitti ve tedavi etmeye başladı; kime bulaşırsa alsın, hastalık nasıl elden çıkarılacak! Zafer onun etrafında süpürüldü, hastaların sonu yok; zengin oldu ve taş bir evde yaşadı. Bir keresinde onu zengin bir tüccara çağırırlar. O gelir; Başlarında Ölüm olduğunu görür ve tedavi etmeyi taahhüt etmez. "Kendine bir iyilik yap! ne istersen al…” - “Gerçekten yapamam!” - "İşte şimdi size beş yüz ruble ve eğer onu iyileştirirseniz, size beş bin vereceğiz - işte bir fatura!..." - "Beş bin - para! -adam düşünür, -bir deneyeyim!..” ilacını verdi ve yarına kadar gitti. Ruh hemen dışarı çıktığı için hasta ilacı yeni almıştır. Ertesi gün bir köylü tedavi için tüccara gelir; orada sadece kendisi kullanıldı ve o kadar zekice kullanıldı ki akşamları yatağına gitti. Geriye bakar - ve Ölüm kafasındadır. "Bu kötü! - adam düşünür, - nasıl olunur? - ve halkına şöyle diyor: “Bana yalan söylemek utanç verici; ayaklarınla ​​beni başucuna koy." Onu taşıdılar; bakar: Ölüm kafalardadır. "Ah, bu utanç verici! - diyor, - yatağı duvara yaklaştır ama beni karşıya geçir. Döndü falan; bakar ve Ölüm kafasındadır ve kulağına fısıldar: “Yeter kardeşim! kaçamayacaksın ... ”Cenazesinden bir gün sonra tüccar ve köylü mezarlığa götürüldü.

Ayrıca I. Borichevsky'nin Folk[s] Slav hikayelerinde (s. 82-87) bir cimrinin hikayesine bakın.